18 Aralık 2010 Cumartesi

J- Yazın Türümüzün Gelişimi:


            J- Yazın Türümüzün Gelişimi:

            Ben okulda en “andaval” çocuklardan birisi olduğumu her zaman söylerim. Çünkü hiçbir dalda en öne çıkamadım. Eh, şiir ve roman biraz müstesna. Bizim Okul’da Müzik, Beden Eğitimi, Güzel Yazı  ve Resim Dersleri en baba derslerdi. Hatta meslek derslerinden de önemliydi. Bu derslerden başarılı olamayanlar öğretmen falan da yapılmazdı…
           Yukarıda anlattığım gibi bende asıl müziği sormayın! Beş para etmezdi! Ancak Beden Eğitimi derslerindeki başarım, durumu idare eder nitelikteydi. Bu alandaki en iyi başarım da koşu dalındaydı. Şu 100 metre koşuşumun gücü yani… Ama maratonculuğum da hiç fena değildi hani...
Okulun maraton takımındaydım. Koşulara katılırdım. Ancak ne kadar çalışsam da okulun ancak 3. sü olurdum. Konya da ise ancak 9. su. Yeteneğim ve gücüm bu kadardı yani. Hatta bir defasında Konya Merkezde Yapılan, Atatürk Koşusunun il elemelerinde ancak 19. olabilmiştim.
Okulumuz takımı ise o kez, bütün birincilikleri toplayıp getirmişti. Bunu kutlamak üzere, içtima yaptık, yani Okul’un idareci, öğretmen, personel ve öğrencileri toplandık. Toplantı halinde bulunanlara kendi durumumu açıklarken ben: “Arkadaşlar, maalesef ancak 19. olabildim.” demiştim de, Hepsi birlikte bana bir güzel gülüşmüşlerdi. Lakin o zaman, 100 metre koşumun gücüne güvenip kaçmadım. Öyle ya, herkes her şeyi becerecek değildi! Tuttum Onlarla birlikte ben de güldüm.! Allah hepimizi güldürsün.!
Dediğim gibi ben, Müzik ve Beden Eğitiminin hakkından pek gelemesen de şiirin, öykünün ve roman yazarlığının evvel Allah hakkından gelirdim. Okulda şiiri en güzel ben okurdum. Hala da iddia ediyorum ki, şiir okusam ülkede en önde okuyanlardan biri olurum. Hem şiir hem de romanlar yazardım ki  okulda üstüme yoktu. Hatta kitaplarım öğrencilerle öğretmenler arasında, “arkası yarın” misali elden ele dolaşırdı.
            Bir defasında da yine, Bizim İvriz mezunlarından, “Bizim Köy” isimli ilk eseriyle şöhreti yakalamış, zamanın üretken ve meşhur yazarlarından Mahmut MAKAL, Okulumuzun pilav gününe gelmişti. Arkadaşlar da beni kendisine tanıtmışlar güya benimle övünmek istemişlerdi!
“Bizim yazar da işte bu!” demişlerdi.
O da benim şiirlerimden bazılarını okumuş, romanlarıma biraz göz atmış, beni koltuğuna almış, başımı sıvazlamış, koltuğunda şöyle biraz gezdirmiş ve bana:
“Yetenekli olduğumu, kendimi daha iyi geliştirmem için çok çok okumamı öğütleyerek, başarılar” dilemişti.
            Ve nihayet aradan tam 38 yıl geçmişti. Bu seri çalışmaların ilk aşaması tamamlamış, beş kitap birlikte olacak şekilde ilk baskısını yapmıştık ki,  İzmir Kitap Fuarı’nda Mahmut MAKAL’a bu kitabı takdim etme şansını yakaladık. O ne büyük bir şans ve mutluluktu…!  




İvrizi’in Yetiştirdiği Ünlü Yazar,
Mahmut MAKAL’a Kitabımı Takdim Ederken ki Birlikte Çekilmiş Fotoğrafımız:




            Mahmut MAKAL, “Bizim Köy”, Adlı Kitabı, Ben ve “Çürüme”.  Adlı kitabımızın Resimleri:


Kendimi takdim ederik yukarıdaki olayı anımsattım. Değerli Sayın, Mahmut Makal, olayı derhal hatırladı. “İvriz’deki pilav günündeydi, değil mi?” diye karşıladı. Ve memnuniyetini ifade etti.
            Gerçekten ikimiz de çok mutlu olduk. Dar zamanda kısacık da olsa sohbet ettik. Hatta Köyümüz Çatak Üniversitesi’nin yetiştirdiği değerli eğitimci, idareci ve yazar, rahmetli Sayın Ali İhsan AYDIN’ın  kısa zaman önceki kaybı nedeniyle oluşan üzüntülerimizi de paylaştık.
           ***************************************
Bendeki isteksizlik, Caner Arabacı’nın belirttiği gibi sadece Güzel Yazı Dersi’ne dönük değildi. Üstelik bu türden isteksizliklerim hala sürüyor!
Gerek öğrencilik, gerekse öğretmenlik yıllarımda özet çıkarma, not tutma, plan yapma ve güzel defter tutma yönlerinde de isteksizdim. Bu yüzden de bu hususlarda yazı çizi işim hiçbir zaman tam ve tamam olmamıştır. Ayrıca güzel de olmamıştır. Bunun nedenini pek bilmiyorum; sadece gereksiz bulduğumu sanıyorum, Çünkü kendi zeka tipimi biraz görsel ve gözlemsel buluyorum. Ayrıca sanırım hafızama da güveniyorum. Böyle olunca da öğrendiklerimle yapacak olduklarımı sürekli olarak aklımda ve hafızamda tutuyorum. Durum bu olunca da bildiğim bir şeyi tutup bir de deftere çiziktirmek bana hep gereksiz göründü. Sanırım sorun buydu!
Ancak bu yüzden gerek öğrenciliğimde, gerekse öğretmenliğimde aldığım ders notlarımda (puanlarımda) ve teftiş raporlarımda ciddi kırıklar oldu. Yine de, ve ne kadar gayret ettiysem de bu hususta pek başarılı olamadım. Sürekli eksikli kaldı, çiziktirme işlerim…
Ama sıra Avukatlığa gelince vallahi döktürdüm orda yazıları! İçimdeki yazma ukdesi miydi, yoksa derdimi iyi anlatmaya dönük olarak duyduğum bir gereksinim hissi miydi, doğrusu tam kestiremiyorum ama dilekçelerimi hep uzun , detaylı yazma ihtiyacı duydum. Öylece de yaptım.
Durum böyle olunca dilekçelerim pek alışılmış avukat dilekçelerine benzemedi. Yani kuru ve donuk sadece hukuki ifadeler içeren net şeyler olmadılar.
Onların içlerine hikayeler, fıkralar, taşlamalar, öfkelenmeler, tanımlar, tanıtımlar, ağlayıp sızlanmalar, hasılı neler katmadım neler!
Hatta, İmar Bankası meselesinde açılan davalardan belki ilkini değilse bile ilklerinden birini ben açtım. Hazırladığım dilekçe belki de ilklerden olduğu için diğer meslektaşlara belki de bir model oluşturdu. Bu dilekçe belki 20 sayfa vardı. İsmi lazım değil, İzmir’in kalburüstü avukatlarından birisi benim dilekçeden bir fotokopi aldı ve dilekçedeki yazıların doğallığına bakarak oraya şöyle bir not düşürttü. “Dikkat edin, bu dilekçe sade bir vatandaş tarafından değil, bir avukat tarafından yazılmıştır.” dedirtti.
Dilekçelerimin üslup ve içeriğini diğer avukat arkadaşlarınki gibi yazmaya çok gayret ettiysem de bunu beceremedim.
Durum böyle olunca, işleri kendi boylarından aşkın, yani iş ve okuma yükü altında bırakılmış durumdaki Sn. Hakim ve Savcılarımızdan birçoğu benim dilekçelere kızdıysa da, bir çoğu da hoşlandı… Giderayak kızanlar da alıştı benim üsluba. Ben de onlarınkine…
Oğlum, dava dilekçesinde hikayenin fıkranın işi ne?Ne yapayım ki ne kadar uğraştıysam da beceremedim derdimi net ve kısa yoldan anlatmayı.
Hatta geçenlerde hakimlerimizden biri, bu hususta beni çağırdı; bir güzel bağırdı.! Ayıp oldu ama kafam biraz bozuktu; tuttum ben de O’na bağırdım.! Daha sonra yanına vardım;  özür diledim. Gerçi aramızda kırılma olmamıştı ama yine de birbirimizi hoş ve mazur gördüğümüzü açıklığa kavuşturduk; mesele de kapandı.!
Yine de ayıp ettim doğrusu.! Aslında bu ve benzeri hallerimden utanıyorum doğrusu ama yine de çoğu zaman kendime malik olamıyorum nedense.Bana; “Madem bunları buraya niye yazdın derseniz…? “Şimdilik sadece, yaptığım hataları sizler de yapmayın…” demek istediğimi söylerim!
Tüm bu anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere; sevgili kardeşim bizim Ulvi Durmuş’taki azmi asla yakalayamadım. Dolayısıyla da işbu yazın yani edebiyat dalında, arkadaşlarımın benden beklediği başarının yakın yerine dahi  yanaşamadım. “Bakalım Dastar mı? Dastar! Avrat mı? Avrat!” Öyleyse üstünü fazla kurcalamayın diyen Bizim Köy’lü Deli Hüseyin’in bu sözünün arkasına saklandık da; “Yazısı var mı? Var! Kitap mı! Kitap! Al öyleyse okumaya…” dedik, yazdık da yazdık. Umarım burada bir başarı olmuş olur da; bu kitap bir işe yarar..!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder