18 Aralık 2010 Cumartesi

7- EĞİTMENİMİZ VE ÇATAK ÜNİVERSİTESİ:


EĞİTMENİMİZ VE ÇATAK ÜNİVERSİTESİ:


Burada bizim Konya, Bozkır, Yelbeği Köyü İlkokulu (Çatak Üniversitesi) ile Rahmetli Eğitmen’imiz Abdurrahman Göker’den bahsetmek istiyorum. Allah kendisinden razı olsun; gani gani rahmet eylesin! Eğitmenimiz; bir çok yönden çok mükemmel ve yeterli bir adamdı. Ben kendisinden öğrendiğim bir çok şeyi hayatıma uygulamaya çalışmışımdır.
Özellikle “Sabır Bozgunu” ve bu, “Çürüme” adlı kitabımda zaman zaman bahsettiğim gibi; üzerime elzem olmayan işlere sık sık maydanoz olsam da, bu konudan sonra ele alacak olduğum “Camilerimizde Din Diye Yutturulanlar.” başlığı altındaki bizim coşkulu İmam Efendi’ye o gün seslenememiştim!
           Lakin bizim eğitmenimiz öyle miydi ya?
          Benim zaman zaman yaptığım pısırıklığı O hiçbir zaman yapmazdı! Camide olsun, cemaatte olsun, çiğ ve olumsuz bir söz duyduğunda sessiz kalamaz, derhal müdahale ederdi.
          İmamın normal şartlarda yaptıkları vaazlarındaki olumsuz konuşmalarını bir kenara bırakın; herhangi bir imam hutbe okurken bile okunan hutbede bir olumsuzluk görse derhal uyarırdı. Uyarısı da sert ve azarlayıcı olurdu. İmamı derhal sadede davet ederdi. Kendisi eğri bilgi ile doğru bilgiyi ayırabilecek yeterlilikteydi. Çünkü sürekli okurdu. Hem de çok yönlü okurdu. Her bakımdan bilinçli, bilgili, çalışkan ve dirayetli bir adamdı.
          Eğitmen’imden öğrendiğim bazı şeyleri hayatta her zaman uygulayamasam da umarım bu kitapta sözünü ettiğim eleştirileri çekincesiz ve cesaretle yapmışımdır…
           Zaten buna gayret ettim. Ayrıca bu kitabın yazımındaki tavır ve tarzımda kendisini rehber edindim!
           Eğitmen’im aynı zamanda Hanife Ebem’in (Babaannem) Amcası’nın oğluydu. Hatırladığım kadarıyla askerliğini onbaşı olarak tamamlamıştı. Çünkü Hanife Ebemle eski adamların kendisine; “Abdurrahman Onbaşı” dediklerini hatırlıyorum.
Hanife Ebem’in anlattıklarından hatırımda kaldığına göre: Sıralamasını tam olarak hatırlayamasam da, sanırım önce köyün muhtarlığını yapmış. Belki de eğitmenliği kazandıktan sonra okul yapımı adına muhtarlığı da üstlenmiştir; orasını tam olarak bilemiyorum. Üstelik işin o yönü konu dışıdır da…
           Bu arada ülkemizde hızla okullaşma çalışmaları da sürmekteymiş. Ancak ortalıkta bu okullarda görev yapacak hoca yokmuş…!
           Zamanın hükümeti öncelikle üç yıllık ilkokullar açma yolunu tutmuş.
          Dediğim gibi yetişmiş öğretici olmadığından, bu okullarda görevlendirilmek üzere; askerliğini onbaşı ve çavuş olarak bitirenler arasından istekli olanları 6 aylık bir eğitmenlik kursuna tabi tutmuş. Bu kursiyerlerden başarılı olanları bu okullarda, özelliklede kendi köylerindeki okullarda görevlendirme yoluna gitmiş.
          Böylece eğitmenlerin kendi çevrelerinde her açıdan ışık olmalarının kapısı da açılmış. Kendi köylerindeki mal varlıklarını örnek olacak şekilde kullanmaları sağlanmış. Hatta bu örnekliği yerine getirebilmeleri için yeterli varlığı olmayanlara, yine kendi çevre şartlarının gerektirdiği koşum ve vs. takımları da dahil olmak üzere, tarla ve sulak arazi dahi verilmiş.
            Diğer taraftan da konuya acil ve pratik bir çözüm oluşturmuş. Bir taraftan da okul yapımlarına devam edilmiş.
          Tabii ki bu arada bizim köylümüzle Eğitmenimiz de boş durmamış. Köyümüzün aydın muhtarı Abdurrahman Onbaşı ile yeniliğe, eğitim öğretime açık yapıdaki insanı, İkinci Dünya Savaşının hemen bittiği yıllarda, köyümüzün Çatak Mevkisinde elbirliğiyle bir ilkokul yapmaya başlarlar.
            Orası, Eğitmenimizin Üniversitesidir ve ben o Okul'dan mezunum işte!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder