17 Aralık 2010 Cuma

H- Yuh Çeken Polis:


          H- Yuh Çeken Polis:

          Bir halimiz daha var ki; evlere şenlik: Geçenlerde televizyon haberlerinde bir sivil polis bas bas bağırıyordu, pazar esnafına!“Yuh!” çekip duruyordu. Pazarın orta yerinde bir saldırgan, birini dövüyordu.,,! Duruma müdahale eden yoktu. Herkes seyirciydi. Yaptığı iş sadece dövüşü röntgenlemekten ibaretti…
Halbuki pazar yerinde bulunan insanlar bir araya gelip tükürseler, tükürükle boğarlar o saldırganı. Onca kalabalığın içinde o saldırganın cürmü ne ola ki? Ama ne yazık ki o insanlar bir kalabalık, daha doğrusu bir kuru kalabalık! Evet, saldırgan gayet iyi biliyordu bizim bu halimizi! Ve cesaretsizliğimizi.! Böylece  vuruyordu! Ve de pervasızca vuruyordu.!
            Bu arada bir sivil polis olaya müdahale ediyordu. Saldırgan bu kez sivil polise yöneltiyordu saldırısını! Bereket versin polis, daha becerikli. Güçlükle de olsa etkisizleştiriyordu saldırganı. Fakat pazar yerindeki kalabalıktan, olaya müdahale etmek eylemi hala gelmiyordu! Bu anlamda polise yardım da etmiyorlardı.
             Polis ise onların bu haline “Yuh…!” çekiyor; onlar ise kendilerini hala haklı görüyor, polise söyleniyorlardı! Öyle ya; polisten kendilerine zarar gelmeyeceğini biliyorlardı…
            İşte senin halin bu! Süfli canların zavallı korkakları.!
            Hani o bir zamanlar eşini, pardon: İmamlı nikahlı karısını, yirmi küsur yerinden bıçaklayan adamın, bu bıçaklama kendi gözleri önünde cereyan ederken duruma müdahale edemeyen polis ve sair seyredici halkın kulakları çınlasın.!
Evet çınlasın! Onlar da aynı senin gibi. Al birini; vur ötekine! Süfli canların zavallı korkakları yani!
             Bir de suyun olmayınca, hemen usup pusuyorsun! Suyu görünce ise birden bire yeşeriyorsun. Bu yaptığın doğru mu?
Olgun bir insanın sınırlarını mümkün olduğunca içinde bulunduğu şartlar çizmez! Çizmemeli! 
Bir insan, bazı olumsuzlukları yokluktan, çaresizlikten ve imkansızlıktan yapamıyor da eline fırsat geçince derhal sapıtıyorsa, bu insan olgun ve karakteri sağlam bir insan sayılamaz!
Alın size parayı bulunca azanlar.! Kendi eline geçmediği için elinde fırsat olup yapanlara öykündükleri halde olanları kınayanlar. Fakat ellerine fırsat geçince kötünün daha kötüsünü yapmaktan geri durmayanlar!
Be kardeşim, iyi anladık, hiç gün görmedin! Yani kendi aklınca, hiç yaşamadın! Parayı buldun; azıyorsun! Anladık! Anladık anlamasına ama racon bilmiyorsun! Nereye bulaşıp bulaşmayacağını bilmiyorsun! Olmadık yerlerde sulanıyorsun! Bari evvela git, racon öğren! Bu yollara da ondan sonra çık. Yoksa işte böyle ağzına yüzüne bulaştırırsın yediğin o haltları.!
          Sen zengin de olsan fakir de. Mevkii, makam sahibi de olsan, düşsen de, kalksan da, karakterin değişiyor mu, değişmiyor mu? Sen bana ondan ver haberi! Gerisi hikaye onun!
         Arkadaş, sen kendi sınırlarını kendin koy ki ben senin ne insan olduğunu işte o zaman bileyim.! Sınırlarını kendisi değil de içinde bulunduğu şartlar belirleyen insan, yeterince olgun ve oturmuş karakterli olamaz! Ben bunu bilir bunu söylerim.! Sen ister kabul et, ister etme. Sonuç değişmez! Senin inkarınla gerçek örtülmez.
Bir konu daha var: Bir sorun karşısında netice almaya gücün yetiyor da, kendi inisiyatifinle vazgeçiyorsan, ben o zaman bileyim senin affediciliğini! Sen ondan ver bana haberi! Yoksa bana, “Affettim.” diye hikaye okuma! Gücün yetmiyor hakkını söküp almaya. Tutuyor, “Affettim.!” diyorsun. Seninki af değil ki birader;  Zaaf,  zaaf!
Bir de şu konu var: İnsan genellikle bilmediğinin düşmanı olur. Üstelik de bilmediği şeylerden korkar! Bu nedenle elinden geldiğince kendini geliştirmeli ve bilinçlenmelisin! Allah’a güvenmelisin. O, “ol” deyip de onay vermeden hiçbir şey olmaz. O dileyip onay verdikten sonra da, olacak olanı artık hiç kimse engelleyemez! Bunları çok iyi bilmelisin! Durum bu olunca; o süfli canının, nefsinin ve çıkarının esiri olmamalısın! Böylece zaafını yenmelisin! Ayrıca tedbirli ve temkinli olmayı da bilmelisin! Durduk yerde kabak gibi  avlanmamalısın!
            Madalyonun bir de öbür yüzü var; bir insanın her işine koşuyorsun, her iyiliği yapıyorsun. Hasılı onu fedakarca taşıyorsun; o zaman her şey iyi ev güzel! Senden iyisi yok! Ama bir kez olsun sırtından bırakmaya gör? Senden kötüsü yok(!) Alışmış almaya; verme düşüncesi de yok, kabiliyeti de... Al sana bir; “kendi nefsine Müslüman!” Sırf kendini düşünen, çıkarcı adam.! Sen zaten böyle olmamalısın! Olamazsın da.. Belli, sen hep iyilikten yanasın ve iyilik düşünüyorsun. Ancak yukarıdaki tip insanlara kendini kullandırmamalısın! Lakin yine de her yaptığın iyiliği kul için değil, Allah için yapmalısın… Neticeyi Allah’tan beklemeyi, bilmelisin.!
Bak şimdi burada, öğrencilerimden birisinden, Torbalı, Salihler Köylü, Selim Seki’den duyduğum bir dua geldi aklıma.! Bence o duayı da devamlı aklında tutup, okumalısın ve böylece hep Allah’a sığınmalısın.! Çünkü Allah hep seninledir; bunu asla unutmamalısın!
Dua: “Beni hiçbir zaman, özellikle herkes beni bıraktığında, hatta ben bile beni bıraktığımda,  sen bırakma ya Rabbi!”
Yukarıda anlattığım tipteki insanlara da bir diyeceğim var: Kardeşim, “Rabbena, hep bana…” demeyi terk etmelisin! Biraz da başkalarını düşünmelisin!
Şunu bil ki; veren el alan elden üstündür. O yüzden almasını değil vermesini bilmelisin! Asıl önemlisi; insanlardan ne alabileceğini değil, insanlara ne verebileceğini düşünmelisin!
Yukarıda anlattığım öğrencimin, beni çapmayı kendine nasıl yakıştırdığını, ve bu durumu oluşturan şartları da düşünmelisin.!İşte beni çarpmayı kendine düşürün Selim, bu duanın sahibi olan Selim.  Orada da dediğim gibi demek ki önemli olan neymiş efendim? Söz değil, fiilmiş; iş ve eylemiş!
Bir de şu var ki bu öğrencimin gerçek adı Selim değil. Değil, çünkü adının açıklanması hoş değil!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder