18 Aralık 2010 Cumartesi

D- Caner’le Kucaklaşmak:


            D- Caner’le Kucaklaşmak:

            Nihayet anlata geldiğim durum karşısında, sizce de malûm olacağı üzere bu kitaplar dizisinin yazımına başlıyoruz. Hatalarımızla birlikte İnşallah, Allah bunları tamamlamaya bizi muvaffak kılıyor..! Bir kısım nedenlere bağlı olarak kitaplarımın ilk basımını tek kapak altında olacak şekilde ve kendim yaptırmak kararına varıyorum… Bu karardan sonra; kafamda kitabın ilk basımını yaptıracağım yer konusu oldukça net.!?
            Doğruca Konya’ya Selçuk Üniversitesi’ne gideceğim ve öncelikle Caner’le kucaklaşacağım. Sonra da doğru aynı üniversitemizin basımevine… Durumu önce Caner Kardeş’ime açıyorum. Ve Okul’unun Matbaası’ndan bu konuda bilgi almasını rica ediyorum.
            Caner durumu büyük bir memnuniyet ve mutlulukla karşılıyor; matbaadan da olumlu haber iletiyor bana…
            Günlerden 25.03.2008 akşamı; durumdan dan Caner’i de haberdar etmek suretiyle, biniyorum bir Konya otobüsüne… Ver elini Konya…! Sabahleyin saat 07.00 sularında Selçuk Üniversite’mizin Kampus girişindeyim… Garaja gitmeden otobüsten iniyorum, doğruca İletişim Fakültesi’nin önünü buluyorum. Bu arada vakit henüz erken olduğundan Fakülte önündeki banklarda biraz oturup bekliyorum.

                        ******************
            Ben orada beklemekteyken, sizlere bir başka bereketten bahsetmek arzusundayım. Bu konuyu “hayatta tesadüflere yer olmadığı” konusuyla bağlantılı olarak inşallah “Gurbetteki Vekil” adlı kitabımda daha detaylı biçimde işleyeceğim. Öyle ya, anlatacağım bu olay kim bilir daha nice bereketlere kapı aralayacak inşallah. Ancak bu aşamada, bu bereketi anmadan geçmek olmayacak.
            Akşam otobüse bindiğim sırada, Konya’ya geliyor oluşum konusunda Eğitmen’imizin büyük oğlu, değerli edebiyatçı yazar, Sayın Demir Ali Göker’i de bilgilendirmek arzusu duyuyorum. Henüz vakit erken olmakla kendilerini cep telefonumdan arıyorum. Telefona değerli eşi Dürüye Hanım Hoca’m çıkıyor. Bir an sesimi tanıyamıyor. Ben de ismimi veriyorum.
Bu arada yan koltukta oturan bir kişinin benim görüşmeme kulak kabarttığının farkına varıyorum. Telefon görüşmesini bitiriyorum. Bitirdiğim gibi yan koltuktaki adam bana: “Siz öğretmen misiniz?” diyor.
Ben “Evet.” deyince devamla; “İvriz Mezunu değil mi?” dedi.  
Ben şaşkınlık içinde o soruya da “Evet.” cevabı vermekle meşgûldüm ki,
Hemen; “Bizim Bozkır’lı  Mehmet Duran?” sorusuyla karşılaştım.
Tamamdı; arkadaş bizdendi ve beni iyi tanıyordu. Ben ise onu tanıyamamıştım. “Dur bakalım sen kimsin?” dememe dahi fırsat kalmadan Okulda yazdığım romanların neticesini sordu. Evet belliydi o da bizden ve bizim İvriz’dendi.
Aradan 38 yıl geçmiş, simalar değişmiş, Çocukluk yüzü kaybolmuş! Tanıyamadım. Israrla yeniden kimliğini sorarken aynı zamanda elini sıkmaya doğruldum.
“Ben Kafa, Kafa..!” diyebildi.
Derhal hatırladım.! Birbirimizin kemiklerini kırarcasına kucaklaştık! Sormayın mutluğumuzu..! Bizim Okul arkadaşlarından, cesur, yürekli, mert delikanlı, içten ve dürüst kişilik; Seydişehir’li Halil Balcı’ydı karşımdaki…! Beni, Düriye Hoca’ma isim vermemle tanımıştı…!
Mutluluğumuza diyecek yoktu.! Sabaha dek sohbet edip geldik. Aslında biraz da otobüs yolcularını rahatsız ettik ama, olacaktı bunca hasretin üzerine… Zaten onlar da bize hoşgörü ve mutlulukla baktılar; sevincimizi paylaştılar. İnerken kendilerinden hem özür, hem de helallik diledik; onlar da ettiler. Ben özür dilediğimizi ve helallik isteğimizi buradan yineliyorum.
Kendisi, sol düşünce itibariyle “müthişti” diye tanımlayabileceğim arkadaşlarımdan biriydi. Kendisini okuldayken de çok severdim. Şubelerimiz ayrı da olsa aynı sınıftaydık. Kendisine çok severdim. Okulda bir hayli arkadaşlık ettik kendisiyle..!
Her vesileyle belirtiyorum; bence insanın düşünüş tarzı değil, kişilik tarzı önemliydi… Ve bizim kafa; en temiz, en dürüst arkadaşlarımızdan biriydi. Anlattı;
“Mehmetçiğim, tam 27 yıl ateist yaşadım. Nihayet Rabb’imi bildim. Şimdilerde bol bol Kuran okuyup, O’na uymaya çabalıyorum. İnşallah nasip olursa önümüzdeki yıl hacc’a da gideceğim. Doğruluk dürüstlük, haklıdan ve mazlumdan yana olan solcu tavrımı değiştirdiğimi de sanma. Ayrıca Bunlar zaten İslam’da (Kuran’da) mevcut imiş.” dedi.
            Ben kendisini kutladım ve; “Halilciğim, hayat bana gösterdi ki, dürüst, temiz ve samimi insanlara Rabbim illa ki günü gelince kendisini bulduruyor. Darısı diğer dostların başına inşallah…!” dedim.

                               *********************
            Derken İletişim Fakültesi’ne gelip gidenler olmaya başladı. Sağ olsunlar; benimle ilgilendiler. “Caner Hoca’yı görmeye geldiğimi” öğrenince de bana hak etmediğim bollukta izzet ikramda bulundular. Odalarına aldılar. Bu arada, Hadim, Çetmi’den Sayın Ali Solmaz Beyefendi’nin şahsında hepsine teşekkür ediyorum.
            Okulda Caner’e karşı büyük bir sevgi, saygı ve ilgi olduğu hemen görülüyordu. Doğrusu koltuklarım kabardı. Böylece Caner’in çaylarını içmeye dostlarının muhabbetiyle biz de şereflenmeye başladık.
Burada özellikle, az yukarıdaki “Caneri Hatırlamak ve O’nunla Yeniden Tanışmak” başlığı sonlarında bulunan dostlukla ilgili belirlemelerimi önemle hatırlatmak isterim.! 
Neyse, biraz sonra Caner de geldi.! Görür görmez birbirimizi tanıdık. Bir kucaklaşma ki tarifi imkansız.! Göğüs kafeslerimizi kırarcasına gerçekleşen kucaklaşmalarımızdan her biri en az üç beş tekrardan oluştuğu halde, kalkıp tekrar tekrar kucaklaştık. Halâ da hasretimizi gideremedik. Darısı dostlar başına… Ve İnşallah Allah hepimizi Cennetinde de kucaklaştırsın.!




Caner’le Kucaklaşırkenki Resmimiz:



Caner beni alıp doğruca matbaaya götürdü. Caner’e orada duyulan
sevgi ve saygı da aynı şekilde yüksekti. Beni oradaki sorumlu hocalarımızla tanıştırdıktan sonra bu muhabbetten bende yararlanmaya başladım. Netice olarak bana her türlü ilgi ve kolaylığı gösterdiler. Kitaplarımın basım çalışmalarına başlanıldı. Ben de son düzeltme çalışmalarıma…
            Bu arada Basımevi sorumlusu hocalarım, Ramazan Görücü ve Mustafa Kısa olmak üzere ve onların şahsında tüm matbaa çalışanlarına kalbi şükranlarımı sunuyorum. Allah Hepsinin gönlüne göre versin.!

                            *******************
            Daha sonra Caner’in konuşmacı olarak katılacağı bir sohbet toplantısı vardı; oraya gittik. Toplantıyı tertipleyen Nun Kitabevi sahibi, Sayın Ramazan Kızılkaya idi. Bu toplantı, hem kendi alanında, hem de bu mekanda yapılan ilk sohbet toplantısı olacaktı.
                         


          
                      Sohbet Toplantısının Tanıtım İlanı:


             
            Bu konuya evvela işyerini tanıtarak girmek istiyorum. Çünkü bu tarz bir mekanı hayatımda ilk kez görüyordum. İşin esası itibariyle burası bir kitap eviydi. Fakat alışılmış bir kitabevi değil… Bir ev rahatlığında düzenlenmiş okuma odaları, iskemle, masa, sandalye, sedir, çay, kahve vs. her türlü içeceğin bulundurulduğu üç katlı bir mekan…! Kitabevi, ev,  ve neredeyse bir serbest kütüphane özelliklerini bir arada barındıran, rahat bir dinlence ve kültür mekanı…!
Doğrusu çok beğendim. Ramazan Bey’i kutlarken, “cehaletimi bağışlaması” dileğimle birlikte, “bu türden bir mekanı, hiç görmediğimden” bahsederek, böylesi bir kitabevinin başkaca örneğinin olup olmadığını sordum. O da, “ tam benzemese de İstanbul’da iki örneğinin bulunduğunu” söyledi.
Yalnız bahsini ettiğim mekanın bir kusuru var. Bunu nasip olursa kendisine şifaen söyleyeceğim. Ancak buradan da söylemek isterim ki o kusur, sigara odaları hakkındadır. Bence sigara içilecek odaları diğer odalardan ayırması, üzerine gerekli uyarı yazıları yazdırarak o odaların kapılarını kapalı tutması gerekir. Ayrıca sigara odalarında, sigara hakkında dokümanlar da bulundurmalıdır. Ben kendisini tekraren kutluyor, başarılar diliyorum. Ayrıca ülkemizde benzer örneklerin gelişip çoğalmasını temenni ederken, neticeyi de Allah’tan niyaz ediyorum.

              *****************
Buradan sonra artık, Sayın Doç. Dr. Caner Arabacı’nın yapıp yönettiği sedir sohbetine değinmek istiyorum. Doğrusu bu sohbetten çok yararlandım. Ne kadar bilinçsiz olduğumu bir kez daha hatırladım. Konu: Angutlaşan aydınlarımızın (!) ülkemiz aleyhine kullanılmasıydı.
Angut=Mankurt: Kendisinden üstün gördüğü kişi, kültür, yada milletler karşısında ezilmişlik duygusuyla yüklü, bu duruma bağlı olarak efendi konumuna yükselttiği o kişi, medeniyet yada milletlerin emrine âmade, aynı şekilde onlardan gördüğü veya göreceği en küçük bir sıvazlanmayla kendisini kaf dağlarında görebilen insan modeli…
Kimdir bunlar…? Bunlar, özelde milletimin sözde aydınlarıdırlar…! İşin esası itibariyle yurtsever olmalarına rağmen milletimize oldukça zararlıdırlar. Bunlar, genelde ise insanlığın da ortak düşmanıdırlar…!
Dediğim gibi bu sohbetten çok faydalandım. Hatta bu kitapta yazmış olduğum bu konuyla ilintili bölümleri yeniden gözden geçirmek arzusu duydum. Ancak şimdilik zamanımın yetersizliği karşısında bunu yapamıyorum. İnşallah ileride yapmak üzere tehir ediyorum.
Yalnız o bilimsel toplantıda, çözüm bakımından bir söz de bana düştü; “Çözümün barışta olduğunu, barışınsa önce insanın kendisiyle gerçekleştireceği iç barışla başlaması gerektiğini, bunun da zaten “İslam” demek olduğunu..” belirttim. Şimdilik sadece bunu yazmakla yetiniyorum.

                        ******************
                                                       


Caner ve Altı Evladı’nın Fotoğrafı:



Bu arada, o hafta sonu Caner Kardeş’imin evinde 3 gece, 2 gündüz misafir kaldım. Bu son tashihleri de orada yaptım.
Bu arada, Caner’in babası Allah taksiratını affetsin; Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu ama Anne’si ile Hala’sının ellerini öpüp hayır dualarını almak nasip oldu. Allah ahir ömürlerini her türlü hayra ve gerçek kurtuluşa vesile kılsın inşallah.
Ayrıca Caner’in 7 çocuğundan 6 sı ile tanışmak imkanını da elde ettim. Bu arada benim başaramadığım bir hasleti Caner’in çok güzel becerdiğine tanık oldum. Çok nezaketli ve saygılı bir adamdı. Gerçi o çocukken de böyleydi ama bu durum daha da belirginleşmiş ve öne çıkmıştı. Kendisi mükemmel bir aile büyüğü, eş ve babaydı. Tabii ki aile içi uyum ve çocuklarda da öyle..! Hepsini yürekten kutluyorum.!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder