18 Aralık 2010 Cumartesi

B -ve- C- Mazlumu Kınamayın! -ve- Namus Bekçisi Kimdir?


           B- Mazlumu Kınamayın!

          Şimdi işin burasında, konuyla ilgisi bakımından birazcık da olumsuz ahlaki değer yargılarımıza girmek istiyorum.
          Onlardan ilki de: Bizdeki şu meşhur mağduru ve mazlumu kınama, zalime ve suçluya öykünme  konusu olsun.
          Örnek çoktur. Çocuğumuz dövülür gelirse onu kınar, azarlarız. Sanki bizim çocuk emsalleri arasında en iyi dövüşçü (?) Mübarek sanki hafif sıklet dövüş şampiyonu. Git de sen, seninkini döven çocuğu döv gel sıkıyorsa! Ha bunu yapan da yok değil ayrıca.(!?)
Durum bu olduğu halde bizim çocuk döver de gelirse onu göklere çıkarıyoruz. “Dur bakalım, sen haklı mıydın, haksız mıydın, sonra kaba kuvvet kötü bir şeydir” falan demek yok! Yeter ki: Dövsün de gelsin. Ama ne olursa olsun; dövülüp de gelmesin! Eh nereye varıyor bu anlayışların sonu?
           Birazcık düşünün! Nerelere vardığı konusunda eminim, çok olumsuz netice ve nice örnekler bulacaksınız.
          Çünkü biz, tecavüze uğrayan kızlarımız mazlum oldukları halde, onları sarıp sarmalayacağımız, en güçlü bir biçimde bağrımıza basacağımız yerde, tutuyor onları  kınıyoruz! Bu vb. türden tutumlarımızla onları intiharlara kadar sürükleyen bir toplumuz. Mazlumlarımızı, özellikle de tecavüze uğramış kızlarımızı insan içine çıkamaz hale getiriyoruz .
Yazık bize… Bu ne biçim bir değer yargısıdır.? Bu ne menem bir ahlaktır.? Bu ahlaklılık mıdır, yoksa ahlaksızlık mıdır? Bu gidişin sonu nereyedir? İş bu kadarla kalsa iyidir?!
            Kendimizden utanmadan tutuyor bir de üstüne üstlük, tecavüzcüye, yani tecavüzü yapanlara imreniyoruz içten içe. Ah bir de ben becerebilsem diye. Ne ahlak ya…(!) Bununla dahi kalsak yine iyi!:
             İçimizden bazıları da utanmadan, “Ele şapır şupur, bize ya Rabbi şükür mü?” diye dayanıyor zavallı kızın kapısına üstelik.! Yuh olsun be!
             Ey toplumum ! Eğer senin ahlaki telakkilerin yani değer yargıların böyle olmasa, kimsecikler dayanamaz o kızımızın kapısına. Hatta kimse kimseye kolay kolay tecavüze kalkamaz! Bu kabahat senin..! Bunu unutma bu kabahat tamamen senin!
             Geçen gün, aslen Ağrı, Tutak’lı Ersen Uçar adlı pırıl pırıl bir evladımız geldi yanıma. Benim bu yazıların bir bölümünü okumuş. Yazdıklarıma hak vererek bakın bana Trabzon’da 1895-1975 yılları arasında yaşamış ve “övüleceği öven, sövüleceği söven” kavramıyla ünlenmiş büyük alim; Mustafa Cansız Hoca’dan ne anlattı….!?
“Kadının biri fahişeliği meslek seçer, hayatını bu şekilde geçirir. Öldüğünde cenaze namazı için camiye getirilip musalla taşına konulur. İmam, kadının cenaze namazını kıldırmak istemez. Mesele büyür, Trabzon Müftülüğü’ne intikal eder. Müftü telaşlanır. Cansız Hoca’ya haber verilir. Durum izah edilir. Olay mahalline vardığında cenaze namazını kıldırmayan hocayla aralarında şu diyalog geçer.
— Bu kadının cenaze namazını niçin kıldırmıyorsun?
— Hocam bu kadın hayatında hep fuhuş yapmış. Böyle birisinin cenaze namazı kılınmaz.
— Ulan, üstte yatan pezevenklerin cenaze namazlarını kılıyorsunuz da altta yatanlarınkini niçin kılmıyorsunuz?” demiş.
Bu söz karşısında imam efendi namazı kıldırmak gereği duymuş. Duyurulur!

                         *******************
            C- Namus Bekçisi Kimdir?

            Sözümün burasında yine yukarıya, değer yargılarımızdaki aksaklıklarımızdan birisine daha işaret etmek istiyorum ki konu iyice anlaşılmış olsun! O da: Toplumumuzun erkeğe ve kadına yüklediği farklı roller bağlamında iffet, yani belden aşağı namus  anlayışımızdaki çarpıklık üzerine olacaktır.
            Doğrusu ben yurdumuzda işlenen namus cinayetleri denilen realite karşısında öleni de öldüreni de bu toplumun çarpık değer yargılarının birer kurbanı olarak görüyorum. Bu türden çarpıklıklar konusunda evvela değer yargılarımızı kınıyor, hem kadınlarımızı, hem erkeklerimizi olmak üzere toplumumuzun tüm bireylerini eşdeğer oranda sorumlu buluyorum.
             Doğrusu ben kimsenin namus bekçisi olmayı ve buna mecbur bırakılmayı asla arzu etmem. Her halde kendine bir namus bekçisi arayan kadın da doğru düşünmüyordur.
Bu vb. bir çok konunun kadını erkeği yoktur. Bu cümleden olan değer yargılarımızda da çarpıklık ve yanlışlıklar vardır. Evet öldürülmek zor bir olaydır. Peki; kanından canından bir kimseyi bir kenara bırakın, insanı istemeden öldürmek zorunda bırakılmak kolay bir olay mıdır? Elbette o da zordur. Peki bu rolü oynamak zorunda kalanlarda mıdır tüm kusur? Bu rolleri kim reva görüp de içselleştirtiyor onlara? Kadın erkek bu toplumun hepsi değil mi? Bu vebal sadece olayın bilfiil taraflarının mı? Bu vebal olayın failinin mi…? Elbette bu sorunun cevabı: “Hayır!” olmalıdır! Kusur toplumun değer yargılarında aranmalıdır..!
Burada “bütünsel ve toplumsal kusur” kabul edilmeli; sorunun çözümü tek tek fertlerde, kadın yada erkeklerde değil, toplumun tamamında  aranmalıdır…! Elbirliği içinde, doğru anlamda bir kısım  değer yargıları oluşturularak, yine toplumsal bir çözüme gidilmelidir! Bu işin çözümü, faillere ağır cezalar vermekte değildir!
           Bırakın namus cinayetini bir kenara… “Filancanın kız kardeşi, filancanın kızı, filancanın karısı şöyle şöyle yapmış.” diye dedikodusunu yapıp horlayanlar kimler…? Bir de onların yüzlerine bakmayıp, kınayanlar kimler? Konu kişilere hayatı zindan edenler kimler.? Dolayısıyla o kişileri cinayete zorlayanlar, ciğer parelerine kıydıranlar kimler….? Yukarıda değindiğim gibi mazlumu kınayan ama, zalime öykünenler kimler? Sizler bu sorulara cevap verin evvela…! Toplum bu konudaki sorumluluğunu üstlenmeli, değer yargılarındaki gayri ahlaki durumların farkına varmalı, Bu nedenle oluşturduğu mazlumiyeti bilmeli, suçun faillerine haksız biçimde  yüklenmeyip sorunu evvela kendi ahlaki değer yargıları içinde çözmelidir…!
Bu işlerde bunların ve toplumun hiç mi kusuru yok. Toplumun güya önderleriyle asıl önderlerinin hiç mi kusuru yok?
          Peki, dinsel anlamda zina yapan bir erkeğe imrenen erkekler, yahut erkeğinkini hovardalık sayıp hoş görenler, ama kadınınkini  or..puluk görerek kınayanlar kimler…? Peki, hem onlarla birlikte olabilmek, hem de onlar gibi olabilmek anlamında her iki tarafa da imrenenlere ne demeli…?
            Şuan burada, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken hocalarımızın birisinden duyduğum, “bir hakim anısı” geldi aklıma.
            Hakim bey kazalarımızın birinde görevliyken, kadının zinası nedenli bir boşanma davası gelir önüne. Davayı doğal olarak koca açmıştır. Hakim delilleri toplar ve inceler… Zinanın yapıldığı kesindir. Tarafların boşanmasına karar vermek üzeredir. Fakat kocanın gönlünün hala eşinden yana olduğunu gözlemlemektedir. Adama, “Sen bu davayı niye açtın?” diye sorar.
            Adam, “Aç, dediler hakim bey…!” der. Bu cevap üzerine hakim, ”Ben de sizi boşamıyorum; gidin geçinin!” der.
            Adam, ”Sağ ol hakim bey…!” diyerek sevine sevine hanımıyla birlikte çıkar gider. Çevreye de “Ne yapayım, hakim boşamadı ki…?!” der ve geçimine devam eder.!
            Anlattığım bu hikayecik gerçek bir anıdır. Okulda hakimlerin boşanma davalarındaki mutlak yetkilerini anlatmak için verilmiş bir örnektir.
            Gerçekten de hakimler, terk nedeniyle boşanma davası hariç tüm boşanma davalarında hiçbir kanıtla bağlı olmayıp, tamamen taraflar arasında evlilik birliğinin sürüp süremeyeceğine dair olan vicdani kanaatlerine bağlıdırlar. Fakat biz bu olayın bir başka cephesini, yani aldatan eşlerin affedilmesi konusunu irdeleyeceğiz.
            Hepimizce malum olduğu üzere, aldatan eş kocaysa kadının kocayı affetmesini toplum büyük bir erdem görmekte, en azı yuvasını kurtarmak adına özendirmektedir. Aldatan eş hanımsa maalesef affetmek arzusunda olabilecek kocaları kınamaktadır. Böylece affetmeyi arzu eden yada kabullenen erkekler çoğunlukla bu affı gerçekleştirememektedir. Halbuki kocasını affetmek istemeyen bir kısım kadınların kocalarını affedebildiklerine tanık olmaktayız. Böylece toplum tarafından alkışlanmaktadırlar. Affetme temayülünde olan kadınlar ise “O kadınlar kocamın elinin kiri sadece… Koca nasılsa benim. Bak, akşam eve geliyor.” deyip gayet rahatlıkla affedebilmektedir.
            Yahu adam karısını affedecek ama değer yargılarının ağırlığı ve toplumsal baskı altında bir türlü affedemiyor…! Diyelim ki bu değer yargılarını içselleştirmiş,affı düşünemiyor bile… Daha doğrusu aklına düşen affı hemen kovuyor aklından. Biliyor ki bu lokmayı yutamayacak. Ne olacak şimdi…?
            Ey bu türden yanlış değer yargılarını yücelten toplumumum..! Ne olacak şimdi? Kadın da insan. Şaşmış, yanılmış bir hatadır yapmış! Üstelik pişman, bir daha yapmamak konusunda kararlı. Ne olacak şimdi.?
Hem bu kadını yanıltan da nihayet bir erkek değil mi? Öylesi erkekleri kınayacak yer de en azı içten içe öykünen sen değil misin? Belki kocanın da kusurları olmuş… Üstelik koca da insan; onun yapacağı affı neden alkışlamıyorsun da kınıyorsun? Kadına tanıdığın affı özendirme hakkını ona niye tanımıyorsun….!?
Dediğimi yapsan belki rahatlıkla o koca da affedecek karısını! Yahu bu affın ayıplık neresinde? Dedik ya: Kadın pişman, yuvasına dönecek! Bir daha da yapmayacak. Bir yuva kurtulacak. Yahu üstelik çocukları var. Onlar ne olacak; ey benim insafsız toplumum.?! Sen yaşat bu insafsız değer yargılarını; yaşat bakalım ne olacak?!
Artık senin, ”yok sokak çocuğuydu, yok tinerci, yok yan kesici, yok kapkaççı, yok sokak kadını, fahişe ve daha nice nice şeyler falan” demeye ne kadar hakkın olacak…!? Bunlardan yakınmaya ne hakkın olacak…? İşin kaderi gereği, işte başına derdi bulmuşsun… Bakalım öbür dünyada halin nice olacak?! Sen hala kendini sütten çıkma ak kaşık sanıyorsun! Eh, görülüyor ve görülecek. En iyisi sen bu işin çaresine bakmalısın.!
Bu türden değer yargıları, bil ki eşyanın tabiatına, zıtların birliği yasasının kurallarına aykırıdır! Bu yargıları üstelik dinsel falan sanma; örfseldir unutma! Senin dengeni hem bu dünyada hem öbür dünyada bozar; bunu da asla unutma!
            Dediğim gibi böylesi bir değer yargısı elbette yanlıştır. Bu konudaki af, toplumsal değer yargısı olarak her iki taraf için de özendirici olmalıdır. Ancak özendirilmesi icap eden bu af mekanizması suiistimal edilmemelidir. Bu affın suiistimali hoş görülmemeli; aldatma özendirilmemelidir.Kişilerden ziyade bu türden ilişkiler cinsiyet ayrımı yapılmadan kınanmalıdır.
            Yine geçenlerde büroma benzer nedenli bir boşanma davası düştü… Adam “Affedilecek hata var, affedilemeyecek hata var!” deyip duruyordu. Hata belliydi…! Belliydi ama belli ki karısını da seviyordu..! Ortada iki tane de çocuk vardı. Ekonomik durumları da bozuktu. Ama çaresiz, adam boşanacaktı. Davayı bana verecekti ve benden hukuki yardım istiyordu.     
            Karısını da çağırttım, geldi. Önceleri sertlikten yana her iki tarafın da havası yerindeydi. Önce aralarındaki gurura yedirememe konusunu kırdım. Belli ki kadın da pişmandı. Evet, bir hatadır yapmıştı. Ama bir daha asla yapmayacaktı. Kocasını seviyordu!
            Tam 3 saat dil döktüm… Altlarından girdim, üstlerinden çıktım… Her sırlarına agah oldum. Bana bir baba gibi her yönüyle açıldılar… En sonunda kocaya: “Böylesi bir ortamda af, her babayiğidin harcı değil. Bunu yapabilmek için insan da mangal gibi yürek gerek! Bu affı ancak büyük insanlar yapar; küçükler değil! Bu koca yürek sende var! Kalk büyüklüğünü göster!” dedim.
            Bu arada karısı yerinden kalktı, adamı öptü! Adam da karısını!
Sonra ben onları öptüm gözlerinden, onlar da beni ellerimden! Nihayet el ele tutuştular, sevinç ve mutluluk içinde çocuklarıyla birlikte ofisimden ayrıldılar. Şimdi onları sokakta pazarda hep el ele görüyorum; gördükçe de mutlu oluyorum ve onları kutluyorum! 
            Önemine binaen yine tekrar ediyorum ki, toplumsal değer yargılarımızdaki bu çarpıklık, eşyanın tabiatına aykırıdır. Zıtlıkta birlik yasasına aykırıdır. Bu nedenle toplumsal dengeyi bozar, erdemleri dejenere eder. Erkeğin zinasını hoş görüp de kadının zinasını horlamak yanlıştır. Bu anlamdaki dejenerasyonu ve olayları artırır. Nitekim durumumuz da öyledir.
            Halbuki hem aldatma ve zina, hem de bunların affı hususundaki değer yargıları hem kadın, hem de erkek için aynı olursa toplumsal denge kurulur; bu yöndeki çürüme durur. Hiç olmazsa azalır. Bu türden olaylar ise kesinlikle azalır.
            Bu arada kısaca işin bir yönüne daha işaret etmek isterim ki toplumumuz içinde, yukarıdan beri anlata geldiğim türden olaylar en geçerli boşanma nedeni olarak görülmekte ve gösterilmektedir. Yanlış anlaşılmasın… Bu konu boşanma nedeni olmasın falan gibi bir görüşte değilim. Ne var ki bu konu kullanılmaktadır. Yukarıdan beri eleştirdiğim değer yargılarından cesaret alan kadın ve erkekler, eşlerini bu yönden toplum içinde çok rahat bir biçimde suçlayabilmektedirler! Bu olgu yanlıştır. Hele hele arada çocuk varsa onların istikbali bakımından tamamen yanlıştır. Boşanılacaksa ve boşanılsa bile bu gerekçeye dayanmak bunu dillendirmek yanlıştır.
            Dediğimin tersini yapanlara hatırlatmak isterim ki sizler bunu yapmakla kabahatsiz ve mazur olduğunuzu yada güya konu ettiğiniz mazur olma halinizi çevrenize gösterdiğinizi sanıyorsunuz ama…
El adama, “Karı olsaydın da kocana sahip olsaydın, yada koca olsaydın da karına sahip olsaydın…!” der. Üstelik de senin karına veya kocana “Yollu…!” diyerek ve o gözle bakarak yol atmaya kalkan ahlaksızlar çıkar ortaya. Eminim bu durum, kendini bilen hiç kimsenin hoşuna gitmez. Ayrılsan bile o senin geçmişindir, hukukundur, iyi günlerin olmuştur…! Belki de çocukların anası yahut babasıdır. Gerçekten yolun bir yolsuza çatmış da olabilir. Bu durum müstesnadır. Boşanacaksan boşanacaksın ama dediğim gibi bu konuyu konuşmayacaksın; konuşturtmayacaksın. Lütfen bunları yapmayınız.
            Ey benim toplumum eğer sen yukarıdan beri anlata geldiğim af mekanizmasını ve işin sair yönlerini doğru dürüst özendirip çalıştırmazsan, başkalarından, hele hele Allah’tan nasıl bekleyeceksin affı…? Ya yarın yevmi kıyamette nice olacak halin?  
            Bakınız, tüm bu ve benzeri noktalarda kadın ve erkeğin birbirinden bir farkı yoktur. Ayrıca toplumsal manada bu kusur ile kadın erkek hepimiz az yada çok malulüz…! Bunların bilincine varıp, değer yargılarımızı daha olumlu yerlere taşımak ve oturtmak durumundayız.
Çözüm için başka çaremiz yoktur..!
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder