17 Aralık 2010 Cuma

12- ERDEMLERİN TEMSİLİ ZORUNLUDUR


            BİR TOPLUM İÇİNDE ERDEMİ TEMSİL EDEN
              İNSANLARIN BULUNMASI  ZORUNLUDUR:

Toplumların ahlaki telakkileri yani değer yargılarının, inişli-çıkışlı, dalgalı ama yatay, şerit bir seyir izlediğini hep söyleye geldik. O bilimsel yada teknolojik gelişmeler gibi hep ileriye, yada yukarı yönlü bir seyir izlemez.
Değer yargıları bilimsel, teknolojik, sosyo-ekonomik ve sosyo kültürel gelişmelerden etkilenirler. Lakin bu etkilenme kendi dalga boyunda olur. Yani bu etkenlerden inişte olan değerler iniş yönünde, çıkışta olan değerler de çıkış yönünde etkilenirler.
Yine de değer yargıları yatay seyir izlemeye devam eder. Çünkü değerlerdeki iniş çıkış, tavan ve taban arasında olur. Ana gidiş ise andığımız dalgalı halin, yani tavan ve taban arasındaki şeridin zamansal olarak ileri hareketi yöndedir.
Bu konuyu şöyle açmak mümkündür: Esasen erdem ve erdemsizliğin ne olup ne olmadığı bellidir.
Örnek vermek gerekirse: Konuşunca doğru konuşmak gerektiği tartışmasız bir erdemdir. Aksini savunmak yada aksinin doğru olduğuna inanmak da elbette tartışmasız olarak erdemsizliktir.
           Bu kısa açılımdan bakıldığında; herkesin kendine göre bir doğrusunun olamayacağı, esasen mutlak doğrunun kişiden kişiye değişemeyeceği ve tekliğine, yani doğrunun tekilliğine, bir tek mutlak doğru bulunabileceğine işaret etmek istiyorum.
Bunun aksi sadece ve sadece; değer yargılarındaki çarpıklık, yozlaşma ve çürümeyle ilgilidir. Bunu bilmeyenler öğrenmelidir. Bilip de bilmeyenler zaten art niyetli olup, toplumların değer yargılarını sulandırarak toplumları dejenere etmeye çalışan erdemsiz kişilerdir.
            Taviz vermek anlamında olmayan özveri elbette erdemdir. Bunun aksi savunulamayacağı gibi, aksi davranış dahi erdemsizliktir. Hele hele bunun aksi durumun doğruluğunu  savunmak erdemsizliğin ve art niyetin ta…kendisidir…! Uygar yani medeni olmak elbette erdemdir.
 Yoksa bizlere, “çağdaşlık, özgürlükçülük, yenilikçilik vs.” bir kısım yaftalarla sunulan, bazı olgu ve yargılar var ki toplumları yok eden, tarihin çöplüğündeki bir kısım hastalıktan ibarettirler. Kesinlikle özgürlükle alakalı konular olmadığı gibi erdem de değildirler. Bunların  “çağdaşlık” adı altında topluma dayatılması dahi erdemsizliğin daniskasıdır!
           Gereken yerde, gerekli cesareti göstermek elbette erdemdir. Palavra kesip, iş başa düşünce oradan yavaşça sıvışmak ise akıllılık, iş bilirlik falan olmayıp, düpedüz erdemsizlik olsa gerektir!Öncelikle kendi dinimiz tabiidir; doğaldır. Onu doğal, içten, samimi yani ihlasla yaşamak gerekir. Durum bu olunca özellikle Kuran, işte böyle yaşanmalıdır. O zaten bir çok ayetinde kendisini açık, yalın ve doğal olduğu yönünde tanımlamaktadır.
Nihayet hangi din olursa olsun içten, ihlasla ve  samimiyetle yaşanması erdemin ta kendisidir!  Aksi davranışlar ise elbette erdemsizliktir.
            Yardımseverlik de elbet erdemdir. Yalnız çıkarı uğruna yardım etmek yardımseverlik olmayıp erdemsizliktir.
             Bir konu daha vardır ki o da önemlidir: Erdemli davranış ile erdemi temsil edenlerin şu dinden veya bu dinden olması gerekmediği gibi, dinlisi dinsizi de  olmaz. Bu açıdan dinler; Peygamber Efendi’mizin “Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyurduğu gibi sadece erdemli insanları çoğaltmayı amaç edinir.
Bu hadis bize, güzel ahlakın Kendileri’nden önce de var olduğunu işaret eder. Özel anlamda dinimizin, genel anlam da tüm dinlerin bilerek veya bilmeyerek suiistimali, yahut çıkarlara alet edilmesi erdemsizliktir. Büyük bir vebal ve günahtır.
Hele hele bunu bilerek yapmak, savunmak konusu çok daha farklı bir alan olan itikadi yani İnançsal bir konudur.
Bunu yapan insan istediği kadar, “Ben filanca üstün dindenim, filanca en iyi dindenim” falan diye kendini yaftalasa da yaptığı eylemin o kişiyi, mensubu olduğu dinin dışına atma ihtimali güçlüdür. Yani Allah korusun, bunu bilmeyerek yapan kişi kendini yanıltmış olur. Bilerek yapan ise maazallah ihtimalen din dışına çıkar da farkına bile varamaz.
Ama o kişi, bu din dışına çıkma eylemini bilerek ve isteyerek yapıyorsa bu daha bir başka konudur. Belki de din değiştirmenin konusudur. Bu çerçeveden bakınca ülkemizdeki kavram kargaşalarından birini teşkil eden ve “laiklik” konusuna yüklenen anlamlardan birisinin, doğrudan doğruya bir mensubiyetliğinin savunusu olduğunu söylemek gerekecektir.
Daha açık söylemek gerekirse;“Laiklik bir yaşam tarzıdır.”diyenler onu kendisine din edinenlerdir. Zaten din, “hayat tarzı, yani yaşam biçimi” demek olduğu unutulmamalıdır. Laiklik bir din konusu değildir.!
O tamamen siyasetin konusudur. Hep savunduğumuz gibi birbirinin alternatifi değildir. Bu durumu kavrayamayan her iki cenahtan insana söylemek isterim ki; “Lütfen, konuyu anlayın ve kördöğüşü yapmayın…!”
           Yanlışını bilmek de elbette erdemdir. Bir de bilmiyor olduğunu bilmek ve bundan gocunmamak.
Ne güzel söylemişler; ”Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.” diye.  İşte, kendini ”bilir” yerine koyup; havalara girmek de aynı şekilde erdemsizliktir. Hiçbir insan, kendi mesleğiyle ilgili de olsa, asla her şeyi bilemez.! Üstelik bilmek zorunda da değildir. Hem Allah’ın en sevmediği şeylerden birinin, sırf kendini beğenip kibirlenmek olduğu da unutulmamalıdır. Konuyu fazla dağıtmadan ileride el atmak üzere şimdilik bir kenara bırakalım. Ve, “Sürekli erdemden yana olalım.” diyorum. Çünkü toplumları ayakta tutan yegane şey, zerre kadar bile olsa o toplumun içinde bulunan, erdem ve de erdemliliktir.
Herhangi bir toplumu şu dinden veya bu dinden olması ayakta tutmaz. Bu konuda dinli yada dinsiz olunması da önem arz etmez. Önemli olan, o toplum içinde erdemi temsil eden insanların bulunup bulunmadığı, daha doğrusu erdemi hayata geçirip geçiremediği, erdemi temsil ediyor olup olmadığı konusudur. Bir de, her insanın içinde erdem kırıntılarının bulunup bulunmadığı meselesidir. Ha keza eşitlik başka bir şey, adalet başka bir şeydir. Adalet her zaman eşitlikte, yani insanlara eşit muamele ile  tecelli etmez. Bir insanın ihtiyacı neye ise onu vermekle tecelli eder. Yani insan neyi hak ediyorsa onu vermektir adalet.
Zaten insanlar eşit de değildir. Sadece yasalar önünde eşit olmaları gereği aranmaktadır. Şu halde yasalar aynı zamanda hem adil, hem hakkaniyete uygun, hem de herkese eşit olacak şekilde uygulanmalıdır. Yani herkes gerçek manada kanun önünde eşit olacaktır. Ancak öyle olursa, eşit olmayan insanlar arasında adalet ile eşitlik teessüs edilebilmiş olur!
Dolayısıyla adil olmak şüphesiz ki erdemdir.
Hak-hukuk gözetmemek, daha farklı bir anlatımla hukuku üstün kılmak yerine, üstünlerin hukukunu egemen kılmak, açıktan açığa erdemsizliktir! Yine örnek vermek gerekirse homoseksüellik yapmak ve homoseksüelliğin yaygınlaşmasına pirim vermek kim ne derse desin erdemlilik olmayıp erdemsizliktir. Karşı görüştekiler bunu her ne kadar kendi değer yargıları gereğince, “çağdaşlık, ilericilik falan” diye yaftalasalar da düpedüz erdemsizliktir. Tarihin çöplüğü bu tür yok olmuş kavim ve halklarla doludur. Erdem ve erdemsizliğin tartışmasız örneklerini çoğaltmak mümkündür. Lakin maksadın hasıl olmasına verilen örneklerle yapılan açıklamalar  yeterlidir.
Kitabın muhtelif yerlerinde söylendiği gibi, şu söz mutlaka burada da söylenmelidir. Bir toplumda erdem ve erdemli davranışların dip yatığı dönemlerde erdem, ancak taşıyıcı tohum misyonu görenlerce geleceğe taşınır. Erdem bu tohumlardan filizlenerek tavan yapar. O nedenle erdemin temsilcileri, olumsuz konumdaki hiçbir davranışı ve kimseyi kendilerine örnek alamazlar ve almazlar!
Toplum içinde tek bile kalsalar, bu misyonlarını ısrarla sürdürmekte devam ederler. Aksi halde o toplum tamamen yok olmaya mahkum olur. Bu durum dahi C. Allah tarafından konulmuş, yazılımı yani kaderlemesi yapılmış, değişmez, sosyal, maddi ve doğal bir yasadır. Kesinlikle işler; anlattığımız toplumun yok oluşu sonucunu mutlaka icra eder.
Şimdi ise kısaca işaret ettiğim bu konulardan, örnekleme yoluyla bir kaç değerlendirme yapmaya  çalışayım:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder