b- Müftülüklerden Evlilik Terapisi:
Bu yazı, kendi güncelliği çerçevesince ve Ekim 2009 içerisinde yazılarak gazetede yayınlarmıştır. Konumuzla bağlantısı nedeniyle de buraya alınmıştır.
MÜFTÜLÜĞÜMÜZ,
“EVLİLİK TERAPİ PROGRAMINI” GELİŞTİRMELİDİR!
Biliyorsunuz Gazetemizde yayınlanan “Müftülük Boşanmaları Önleyecek” başlıklı haber üzerine, bu köşede biz de “Müftülük Boşanmaları Önleyebilecek mi?” başlıklı bir yazı kaleme almış, o yazıda yapılacak çalışmaların daha iyi olması anlamında bazı önerilerde bulunmuştuk. Yayınlanan bu yazıdaki “Bu günün şartlarında ortaya çıkan sorunları, “fi” tarihinde yazılan kitaplardaki öneriler çözebilir mi hiç?” anlamına gelebilecek mahiyetteki alıntı bir cümleyi bazı çevreler sanırım yanlış algılamış, bunun üzerine de en azından bu yanlış algıya neden oluşumuz, vs. nedenlerle, “Açıklama ve Özür” başlıklı yazı yayınlamış, bu yazıda; “Müftülüğümüzün bu çalışmalarına karşı olmadığımızı, aksine olabilecek muhtemel yanlışlara düşülmemesi isteğimizi, ilk makalemizin içeriğinin herhangi bir din karşıtlığını içinde barındırmadığını, esasında kendilerini, özellikle de dinimizi savunmak adına yazdığımızı” belirtmiştik. Bu açıklama ve özrümüz baki kalmak kaydıyla, Müftülüğümüzün başlatmayı düşündüğü, “evlilik terapi (sağaltım, tedavi, irşat) programlarında” yine de bir kısım yanlışlar bulunduğuna işaret etmek isterim.
Şahsen kendim, işin esası itibariyle boşanmaları, çok çok zorunlu olmadıkça, hoş karşılamayan bir düşünce yapısında, mümkün olduğunca yuva kurtarmaya çabalayan davranışlar içinde olmaya çalışan bir kişiyim. Hayatımda buna dair örnekler pek çoktur. Bu yöndeki başarı örnekleri de… Çok hayır dua da almışımdır inşallah. Özellikle Avukatlık mesleğimin icrası aşamasında, bana gelen boşanma davalarının birçoğunu, dava açma yoluna gitmeden barışla noktalandırmışımdır inşallah!
Çocukluğum da dâhil olmak üzere; üveyin, özün her türlüsünü gördüm, yaşadım. Dolayısıyla bu işin acılarını ve zorluklarını çok iyi bilirim. Ne var ki, tüm bunlara rağmen, “Yuvarlanan taş yosun tutmaz!” misali, bunları kendi hayatıma uygulayabilmek açısından oldukça zaaflı oldum ve de zaaflıyımdır. Naçizane kanaatim şudur ki: O günün şartları içinde yanlış yapılmak zorunda kaldığım ilk evliliğimi sonlandırmakta geç kalışım, daha doğrusu; bu yanlışı illâ da sürdürmeye dönük direnişim, bu badirelere düşüşümde oldukça etkili olmuştur. Beni yakinen tanıyanlar bilirler ki, sonuç olarak, oldukça fazla sayılabilecek sayıda evlenip boşanmalarım oldu. (Eh! Öyleyse; sözün gelimi, konunun doktorlarından/uzmanlarından biri de benim(!) )
Müftülüğümüzün, uygulamayı düşündüğü, işin dinsel yönü itibariyle olan, “Evlilik Sağaltım, Kurtarma (İrşat) Programı” elbet faydalı olmaya adaydır.
Ancak andığımız, konuya dair ilk yazımızda işaret ettiğimiz hatalara düşülmemesi gereğinin dışında kalan, en önemli eksikliklerinden üç tanesi aşağıdadır:
1-Haberde, bu işi, bu alanda (ama dinsel olarak) uzmanlaşmış kadın kişilerin yürüteceği, ayrıca bu yürütüşümü sırf kadınlarla ve kadın kadına yapacaklarına işaret edilmiştir. Hâlbuki bu çok yanlış bir uygulama olmaya adaydır. Çünkü:
a-Aile/evlilik sağaltım/kurtarma uzmanları ya da bu işi yapmaya soyunan merkezlerde görev alanlar sadece kadınlardan ibaret olmadıkları gibi tek bir mesleğin erbabı konumunda da değildirler.
b-Üstelik sağaltımlarını sırf kadınlara dönük de yürütmüyorlar. Halin icabına göre; bazen kadınla, bazen erkekle, bazen çocuk ya da ana baba, bazen hepsi yahut çok farklı toplum kombinasyonlarında / bileşimlerimde/ oluşturumlarında yapıyorlar. Ayrıca, sağaltıma alınacak kişi ya da gruplara sağaltım/terapi uygulayanlar, sadece kadınlar olmadığı gibi, halin gereğine göre, farklı bileşimlerle uygulama yapmaktadırlar.
c-Dolayısıyla bahse konu çalışma, sırf kadınların kadınlarla yürütmesi, yani çözmeye kalkışmasında aileleri kurtaracak yerde, dağıtma gibi bir mahsurun ortaya çıkma ihtimali de vardır. Hem bu ihtimal oldukça güçlüdür.
d- Ayrıca boşanmanın gerçekleştiricisi ya da önleyicisi sırf kadınlar mıdır ki, hem kadınlar tarafından hem de kadınlara dönük olarak yapılmak istenmektedir? Bu sorumluluğu hatta gizli suçlamayı kadınlarımıza yüklemek ne derece doğrudur. Bu hususta erkeklerin, çocuk, yaşlı vs.’lerin eğitilmesi ile sorunlarına eğilmeye gerek yok mudur?
2-Gerek haber, gerekse Sayın …… AKPINAR’ın tarafıma yaptığı açıklamalardan anlaşıldığına göre; sağaltımı/terapiyi (Aile İrşat ve Rehberlik görevini) yapacak olan din görevlilerine “işin uzmanıdırlar!” falan denilse de bunların yeterliliklerinin tartışmalı olacağını sanıyorum. Ancak bu cümlemin, aksinin mümkün olduğu açık kapısını da aralık bırakıyorum. Malum ki; bu çalışmanın mutfağında bulunacak olanlar esasen; “Bayan Din Hizmetleri Uzmanları, Bayan Vaizeler, Bayan Kur’an Kursu Hocalarıdırlar” Ve hizmeti bir ekip halinde değil nöbetleşe ortaya koyacakları belirtilmektedir.
a-Böylesi bir durumda ise işin içine, Nöbetteki görevlilerin, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek, şahsi kanaatlerini “din” diye işin içine sokma, sokuşturma ihtimalleri oldukça güçlüdür. Bu durum tarafımca, “Kaş yaparken göz çıkarmak” tabirinde ifadeye gelen ihtimali de oldukça yüksek görülmektedir.
b- Ayrıca bahse konu uzmanlar, faraza; cinsel ya da psikolojik soru ve sorunlara cevap verip çözüm üretebilecekler midir? Ya da bu türden soru ve sorunlar sorulmayacak mıdır? Böylesi ağır bir yükün kendilerine yüklenmeye kalkışılması ne derece doğrudur?
3- Maalesef ülkemizde, tarihsel bir süreç içinde ama özellikle Cumhuriyet döneminde, siyaset dinin, dinin de siyasetin alanı ile çok iç içe girdiği, hangi konunun din, hangi konunun siyaset, örf, bilim ya da şahsi kanaatin konusu olduğu pek ayırt edilemez bir hale geldiği gözlemlenmektedir.
a-Müftülüğümüzün bu konuda yetiştirdiğini belirttiği elamanlarını tenzih ederek söylüyorum ki; yukarı 2. madde ile ifadeye getirdiğimiz konuyu ayırt edemeyecek konumdaki kişilerin bahse konu sağaltıma/tedaviye/irşada kalkışmalarında fayda yerine, sayısız zararların oluşması kaçınılmazdır.
b-Bunlardan biri belki de en önemlisi; ülkemizde “lâiklik, anti-lâiklik, dindarlık yahut dincilik adıyla ya da adına” sürdürülmekte olan “yaşam tarzına” dair tartışmayı derinleştirebileceği endişesidir. Malum ya; Müftülüğün bu konudaki, “sözde irşat (nasihat / öğüt/ tembih) bürolarına” Ülkemizde malum bazı çevrelerin başvuracağı, bazı çevrelerin ise buna tepki duyabileceği akla gelebilecek ihtimallerdendir.
Konu ile ilgili yazmış olduğumuz ilk yazıya tepki veren ve İlçemiz Müftülüğünü deruhte eden, Sayın …… AKPINAR, şahsımı telefonla arayarak sitemlerini iletti. Bu görüşmede; “kendilerinin din felsefesi, sosyolojisi, vs. daha nice dersler aldıklarından bahisle, kendilerini küçük ve önemsiz görmememiz” gerektiğini ifade etmiş, ben de; “bunun olmadığını, tam aksine şahsını takdir ettiğimi” belirtip, nihayetinde, helâlleşirken, “gideceği yerlere, özellikle Resulûllah’a selâmımı iletmesini” belirtsem de aşağıda ki hususu unuttum.
Sayın hocam; “Biz hayatımız boyunca hiç kimseyi kendimizden küçük görmediğimiz gibi, büyük de görmedik! “Tüm varlık elzemdir; her taş da kendi yerini bulunca orada, ve de her taş yerinde ağırdır!” deyip durduk. Ayrıca kendine “KÜÇÜK” soyadını seçenlere de hep imrendik.
SONUÇ OLARAK; iyi niyetlerinden (tanımadığım her kim olursa olsun) asla kuşku duymadığım Müftülüğümüz sayın görevlilerine, gerek yapmayı planladıkları “evlilik sağaltım”, gerek sair çalışmaları ile bakiye yaşamlarında hem dünyasal, hem de ahretsel başarıyı yakalamalarını dilerim C. Allah’tan.
Saygılarımla efendim.
24.Ekim.2009
Av. Mehmet DURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder