a- Dinde Bit’at = Gelenekçilik:
Bit’at: Dinin aslında olmayan, ona sonradan sokulan, sokuşturulan şeyler demektir. Bunun kimisinin güzel, kimisinin çirkin, fena, kötü olduğu söylenmişse de bu ayırımı dahi kabullenmemek gerekir.
Çünkü güzel diye nitelenen bir çok din dışılık dinleşir hatta öne çıkar. Asıl ana kaynak kaybolur. Nitekim durumumuz da böyledir. O bakımdan bit’atın hiçbir türüne dinsel anlamda yer vermememiz gerekir.
Buna bir misal vermek gerekirse:
Camilerimizin aşırı süslenip tezyin edilmesi, adeta işin gösterişe dökülmesi, buna bağlı olarak da halkımıza; “sanki en büyük ibadet (müspet, olumlu anlamdaki ), camii yapımına yardım etmekmiş” gibi gösterilmesi diyebiliriz!
Dinde gelenekçilik: Bu konu da yukarıda kısaca izaha çalıştığımız “bit’at” konusuyla yakın alaka içindedir. Gelenekler daha çok o toplumun davranış tarzlarından oluşur. O toplumun davranış tarzlarını, kendi dinlerini algılayış biçimleri yansıyor olsa da ila nihai olarak gelenek de din dışılıktır. Daha doğrusu din dışı bir unsurdur. Dolayısıyla din gelenekten de ayrıştırılmalıdır. Yukarıda değindiğimiz ve aşağıda da izah edeceğimiz üzere zaten Kuran’ın temel açılımlarından birisi gelenekçiliğe şiddetle karşı oluşudur.
Ne var ki ülkemizde: Tam tersine olarak bir insan dindar olursa gelenekçi de olması gerektiği şeklinde anlaşılmaktadır. Alın size yerine oturmayan yada yanlış yere oturan bir kavram kargaşası daha! Halbuki böyle olmak her şeyden önce Kuran’a aykırı.
Bu konu üzerinde birazcık düşünüvermek dahi, toplumumuzdaki her kesimden insanın nasıl yanıldığını ve yanlışa sürüklendiğini anlatmaya yeter de artar bile. Dinli dinini yanlış yaşar, karşıdaki onun bu durumunu anlamaz şaşar. Şunu açık ve net olarak belirtelim ki;
Kuran’ı Kerim gelenekçiliği kınamaktadır. Onu istemekte ve şiddetle karşı çıkmaktadır. O durağan değil, dinamik bir toplumsal yapısı istemektedir. İnsanları değişime, açılıma ve ilerlemeye dönük tutmak istemektedir. Durum böyle olunca insanlığın eriştiği her yeni bilimsel bilgiyle yeniden yorumlanmak istemektedir. Böyle istemektedir, çünkü her çağa hitap edebilmenin yolu budur. Bu yolda ise geleneğin kalıplarına ve dondurulmuşluğuna yer yoktur.!
Kuran’ın örf, gelenek ve bit’atçiliğe karşı olma durumu, sadece kendinden önceki örfleri yok edip yerine kendinin kaim olması yönüyle bitmez. Kuran kendinden sonra ve hatta bizzat kendisi üzerinden oluşacak geleneğe de karşı çıkar. Neden?
Çünkü O hep diri kalmak ister. Çünkü O evrenseldir, her çağa hitap eder niteliktedir. Çünkü o açık seçiktir. Anlaşılsın diye indirilmiştir. Anlaşılsın diye kolaylaştırılmıştır. Ve her anlamak için okuyanın, kendi yeteneği ve zamanın bilimsel gelişmeleri ölçüsünde, bizzat okuyanın, kendisinden doğrudan doğruya faydalanmasını ister dolayısıyla yukarıda da belirttiğimiz gibi O hep dinamik ve güncel kalmak ister. Bit’at, örf ve gelenekle gölgelenmek, onların gerisinde kaybolup gitmek istemez. Hatta onların üzerlerine çıkarak dahi kaybolup gitmek istemez.
Şimdi bu ne demek diyebilirsiniz…!?
Bu; Kuran’ı erişilmezlere ve erişilmez yerlere koymayın demektir! Hep erişebileceğiniz yerde bulundurun demektir. Her an yorumlayın demektir. Herkes birbirinin yorumundan faydalansın ama kimse kimsenin yorumuna karışmasın demektir. Her Türk Arapça’dan anlayamayacağına, Allah’ın ise her şeyin dilinden anladığına, Kuran’ı da “anlaşılsın, okunsun ve rehber edinilsin” diye göndermiş olduğuna, insanları “kendi aralarında kaynaşsınlar” diye milletlere ayırmış bulunduğuna göre;
Özellikle Türkler Kuran’ı bol bol okusunlar; okusunlar ama ısrarla ve çoğunlukla meal, tercüme ve tefsirlerinden okusunlar demektir.
Bilsinler ki Kuran’ın dini, örf dini, örfle kaynaşan, bütünleşen ve birleşen hatta içinde kaybolan bir din değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder