I- Ceht, Azim, Sabır ve Yetki Sahibi; Bizim Öğretmen Ulvi:
Öğretmenim, ve tüm milletim şimdi size biraz olsun adı gibi ulvi bir insandan, bizim Ulvi Durmuş’tan bahsedeceğim:
Bizim Ulvi; dinini diyanetini bilir. Abdeste namaza başlayalı da neredeyse yıllar oldu. Çalışkan, temiz, iyi niyetli ve yapıcı bir çocuktur. Yıllar yılı karakteri değişmeyen arkadaşlarımdan birisi de odur. Kendisi dindardır ama asla dinci değildir. Toplumun bel kemiği niteliğinde bir insandır.
Okula ilk başladığımız zamanlarda Beden Eğitimi Derslerinde oldukça başarısızdı. Bırakın ters taklayı, düz taklayı bile atamazdı. Hatta öğretmen başına iyi bir öğrenci koyup, kendi kendine takla atma çalışması yapması için, O’nu başka bir takla atma minderine yollardı. Bu çalışmalarının birisinde neredeyse boynunu kıracaktı da öğretmenimiz Ulvi’ye bu çalışmalarını da durdurttu. O yüzden okulda biz kendisine “Bedenci” derdik.
Aslında Ulvi’nin bu hale gelmesinde, yani kendisine “Bedenci” denmesinde, o zamanki Beden Eğitimi öğretmenimizin katkısı çok büyük olmuştur.Şöyle ki Ulvi’ye; “Hadi ulan, beceriksiz herif.” deyip işi bitirmişti. Aslında bu husus benim de Müzik Dersinde başıma gelmişti.
Bizim Okul’da Müzik Dersi de aynı Beden Eğitimi, Resim ve Güzel Yazı dersleri gibi “baba derslerdendi…!” Okulun ilk yılında müzikten sınıf geçebilmiştim. Nedense ikinci yıl, Müzik Öğretmen’imizle frekanslarımız tutmamış, aynı dersten felaket takılmıştım.
Öğretmen’imizin kemanla melodi çalıp, çalmış olduğu melodiyi bizlere, kulaktan dinletmek suretiyle notaya geçirtmek şeklinde yaptığı yazılı sınavlarından 9 alıyordum. Lakin uygulama niteliğinde yaptığı üç sözlü sınavdan, üç tane bir alıyordum. Böylece karneye not ortalamam karneye “3” olarak yansıyordu. Bu minval üzere olan not bende hem kesinleşmiş, hem de klasikleşmişti…
Durum bu olunca neredeyse yıl kaybedecektim ki, o yıl sınıf geçme yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle “not ortalamasının yüksekliğiyle sınıf geçmek” icat olunmuş, bu icat karşısında yıl kaybetmekten kurtulmuştum. Ertesi yıl aynı durum sürmüştü… Üstelik o yıl ben, bir bahane bulup Müzik Öğretmen’imizin derslerine hemen hemen hiç girmemeye başlamıştım. Bu durum karşısında aynı dersten yine bütünlemeye kalmıştım. Haricen ne kadar çabalasam da dersi geçemeyecek bir durumdaydım.
Aynı dersten üst üste iki kez “not ortalamasıyla” sınıf geçmek de olmadığından, yıl kaybetmem neredeyse kesinleşmişti… Yıl kaybetsek yine iyiydi…! Ertesi sene yine aynı ortam devam ederse, bu kez de ikinci defa yıl kaybedeceğimden dolayı, neredeyse Okul’dan uzaklaştırılmamın yolu, daha doğrusu okuma hayatımın sonu görünmüştü…!
Ancak yine de iş olacağına varıyor. Daha doğrusu Allah’ın maksat ve muradı tecelli edip yardımı yetişince işler başka mecralara dönüyor ve akıyor! İşte yine öyle oldu… Allah’ın yardımı, başkaca vekillerinin de aracılığıyla yetişti. Müzik Öğretmen’imizin o yıl tayini çıktı. Bu durum karşısında kimseyi sınıfta bırakmadı. Ben de aradan böylece sıyırtmış oldum.
Daha sonraki yıllarda ise Müzik Dersindeki başarımı her yıl artırdım. Yine de bu derste arkadaşlarımdan bir hayli geride kaldım!
Birinci sınıftayken ne güzel, “iyi kötü” mandolin çalabilirken, artık ortada bir mandolinim bile kalmamıştı. Arkadaşlarımın her biri, farklı farklı müzik aletlerini çalabilirken ben, “İvriz gibi bir Okul’dan” her hangi bir enstrüman çalmasını belleyemeden ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü ileride artık başkaca imkanım olmadı. Sadece nota ve sözlü uygulama bilmekle yetinmek zorunda kaldım. Elbette bu durumdan okuttuğum öğrencilerim dahi mağdur oldular…!
Neyse ki sonradan, yetenek derslerine İlkokullarda da branş öğretmeni verdiler de iş biraz olsun düzeldi…(!) Yine de köylerde tek başına öğretmenlik yapan “ben halli” öğretmenlerin ve okulların konumunu sizler takdir edin! Ben yine bizim Ulvi’ye döneyim;
Kendisi ekonomik anlamda fakir bir ailenin kalabalık çocuklarından biriydi. Okul arkadaşlarımız ve hepimiz Ulvi’yi de çok severdik. İçten bir çocuktu. Ben onların Konya, Ereğli Merkez’deki evlerine birkaç defa gidip geldim. Ayrıca “Allah-ü La’yı”, yani Ayet-el Kürsü’yü kendisinden ezberledim.
Aslında çok azimli, çalışkan ve sabırlı bir çocuktu. Haksızlığa da asla pirim vermezdi. Neyse günler geldi geçti. 5. sınıfa erişip de birer ikişer ergenlik çağlarını yakalayıp, aşık olmaya başladığımız yıllarda, Bizim Ulvi’de okuldaki kızlardan birine aşık oldu.
Bizim okuldaki kız öğrenci sayısı aynı “Ha babam Sınıfındaki” gibi azdı. 45-50 kişi içinde 3–4 kız öğrenciden ibaretti. Zaten onlar da, son sınıfa gelene dek bizim şubede değillerdi.
Neyse, bu aşktan sonra Ulvi, her hususta daha bir şevklendi: Aşık olduğu kız, okulun milli oyun takımındaydı. Ulvi ne yapıp edip okulun milli oyun takımına girdi. Ben önceleri “Beceremez.” falan diye düşünmüştüm.
Fakat kendisini izlemeye gittiğimde gördüklerime inanamadım: Aman Allah’ım! O ne güzel oyundu öyle! Ulvi kendine özgü sergiliyordu figürleri. Bir de hoş oluyordu ki sormayın gitsin. Bu gayret ve çalışmalarıyla halayın başı O olmuştu üstelik..
Hatta aşık olduğu kız da yanında ve el ele idiler. Oynarken Ulvi’nin coşkusunu görmek gerekti! Ne büyük zevkti o tabloyu seyretmek! O gün bu gündür, her milli oyun ekibi gördüğümde, Ulvi gelir aklıma! Ve duygulanır, sevincimden ve övüncümden dolayı ağlarım! Sonra ne mi oldu?
Mezun olunca artık; ikimiz de Ağrı’ya gittik ama farklı ilçelerine…
Aslında kendisini uygulama derslerimizdeki yaptığı öğretmenlik deneyimlerinden hatırlarım! Çok başarılıydı. Meslek hayatı da öyle olacaktı. Belliydi. Çünkü; azimliydi, çalışkandı, yapıcıydı. Nitekim öyle de oldu.
Uzun yıllar resmi ilkokullarda öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. Emeklilikten sonra da, özel okullarda çalışmaya başladı. Halen de çalışır. Hem de kalburüstü bir kolejde, kolej hocası olarak çalışır. Kendisi sınıf öğretmenidir ama bir üst okulda, yani kolejde öğretmenlik yapma yeteneğini alaydan yani çalıştığı ortamlarda kendini geliştirerek kazanmıştır. Ek tahsil yaparak değil!
Ayrıca bilgisayarla ve özellikle, ders CD’leri hazırlamakla arası çok iyidir. Piyasadaki ilköğretime dönük ders CD’lerinin hemen hemen çoğunda emeği ve katkısı vardır. Ulvi bana kısacık bir uygulamasını anlattı. O’nun o uygulamasını ben de sizlere anlatayım:
Çalıştığı okulların birisinde yıllardan bir yıl, bir sınıf alır. Sınıfta iki yıldır doğru dürüst okuma-yazma öğrenemeyen bir öğrenci vardır. Adı da Ali… Kendisinden yani bizim Ulvi’den önceleri Ali, “Bu çocuk Olmaz. “ diye bir kenara itilmiş bir öğrencidir. Üstelik iki ayrı yıl, iki ayrı öğretmen tarafından okutulmuştur. Fakat durumuna bir çözüm oluşmamış Ali gerilerde kalmıştır. Ulvi durumu gözlemler. Durumu teşhis etmiş çözümü bulmuştur.?
Ali’yi bir gün teneffüste yanına çağırır ve O’na; “Ali evladım, bak sen ne güzel okumayı sökmüşsün. Ama bizim sınıfta biliyorsun bir de Ahmet var. O henüz okumayı sökemedi. Sana ben bir görev veriyorum.”der.
Ali hemen: “Buyur Öğretmen’im.” diye karşılar...
Bizim Ulvi Hoca Ona: “Ali’ciğim seni, Ahmet’in de okuma yazmayı öğrenmesi hususunda O’na yardımcı olmakla görevlendiriyorum. Tamam mı?” der. Ali sevinçle ve bir anda edindiği kendine güven duygusuyla derhal Öğretmen’ine: “Tamam Öğretmen’im.” diyerek koşar, doğruca işbaşına gider... Ali’nin işi tamamdır. Teşhis konmuş, tedavi bitmiştir!
Hem kendisi bir güzel öğrenir tüm derslerini, hem de Ahmet’e öğretir bildiklerini. Ve Ahmet’le güzel bir dostluk da oluşur aralarında! Bizim Ulvi’nin yaptığı bundan ibarettir.
Sonuç mu? Şimdi hem Ali, hem de Ahmet öğretmendir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder