19 Aralık 2010 Pazar

İTHAF


        Öncelikle Ülke’min Başöğretmen’i, büyük Atatürk’ümüze,
Köy”ümün Başöğretmen’i, Atatürk timsali Eğitmen’imize,
Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” dediği misal, 
Hayatımın hangi demindeyse,
Yurdumun her neresindeyse,
Bana her ne öğretildiyse,
Öğreten Hocalarımın, yani Öğretmenlerimin tümüne,
Güzel Türkiye’min, gerçek eğitimcilerine,
Hakkı ve haklıyı gözetmeyi Hakk bilip uygulayanlarına,
Ve nihayet Millet’imin bütün erdemli insanlarına, naçizane olarak ithaf ediyorum yine bu naçizane kitabı…
                                                                                                               
                                                                                                                      Mehmet DURAN

1- KİTABIN ÖZÜ:


Biz bu kitapta gurbetteki vekil sıfatındaki insana;
            “Sorunların örtüsünü gör de kaldır,
             İnsanlık erdemlerine sahip çık,
             Kördöğüşü yaparak yozlaşıp çürüme..!” dedik.

2- İLETİŞİM

e-mail ve msn:
av.mehmetduran@hotmail.com

telefon:
0 505 801 15 95
0 535 926 01 41

3- ÖZÜR VE AÇIKLAMA

 

Önemli Not:

Değerli okuyucular...


Gerek okuyacak olduğunuz bu;
"3- Özür ve Açıklama",
Gerekse bundan sonraki;
"4- 56 Yıldan bir Bakış",
"5- Dedem diyor ki" ve
"6- Dayanak ve Tüşekkürlerim" bölümünün "A, C, E" ve "F" bölümleri ile
"7- Ben Sadece Müslüman'ım" bölümleri, gerek bu "Çürüme", gerekse bu kitapla birlikte bir beşleme niteliğindeki sair "Nikân Yozgunları, Gurbetteki Vekil, Kördöğüşü" ve "Sabır Bozgunu" adlı kitaplarımızın bazılarının ortak konularıdırlar. Dolayısıyla bunlar bahse konu kitapların ilgili olanlarının hepsinde yer almaktadır.
Durumu bilgi, takdir ve anlayışlarınıza sunuyorum.
Saygılarımla...

                                                                             Av. Mehmet DURAN 

           
            ÖZÜR VE AÇIKLAMA

            Seri mahiyetteki kitaplarım olan bu “Nikah Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil, Sabır Bozgunu ve Kördöğüşü” adlı çalışmalarımın ayrı ayrı her birinin içeriğinde de açıkladığım ve sizler tarafından da görüleceği üzere bu çalışmayı çalakalem yaptım.
 
Hemen hemen hiçbir kaynağa başvurmadım. Sadece Kuran’dan bazı ayetler için meallere müracaat ettim ki daha doğru bir anlam elde etmiş olabileyim… Bu ayetleri de açıklamak veya yorumlamak gayretinde olmadım. Zaten “ayet” demeğin manası, adı üzerinde “kanıt” demek olmakla, ben de o türden kanıtları görüşlerime dayanak, yani kanıt edindim. Sadece ve sadece yılların birikimi ile özgün yorumlarımdan yararlandım. Bu nedenle de “54 Yıldan Bir Bakış…?” dedim.
Yazarken hiçbir konuda hiçbir kaygı ve çekince duymadım. Sadece kitaptaki anlatım sıkıcı olmayıp, içten, ilginç, akıcı ve çekici olsun istedim. Bu nedenle yazım aşamasının tamamında kitabı yüzlerce kişiye okutup test ettim. Hepsinden de olumlu intibalar aldım. İnşallah bu çalışma umduğum toplumsal yararı sağlar. Zaten bu çalışmadan toplumsal fayda dışında bir beklentim de olmadı.
Kitabıma, “iyi,güzel ve mutlak doğru görüşlerden oluşuyor.” demiyorum ama aklınıza gelebilecek her yönüyle özgün ve benzersiz ve örneği olmayan bir çalışma yani her yönüyle bir çok ilki içinde bulunduran bir çalışma olduğunu ısrarla söylüyorum.
Durum böyle olunca kitabın yazımında, imlasında ve düzeltme çalışmalarında kimseden yardım almadım. Daha doğrusu alamadım. Çünkü demek istediklerim çoğunlukla farklı ve özgündü. Bense bu durum karşısında zorunlu olarak yükü yalnız yüklenmek zorunda kaldım.
Böylece ister istemez bazı imla ve anlatım bozuklukları oldu. Belki fazlaca oldu… Fakat bunu önemsemedim. Çünkü bu çalışma bir edebi eser olmadığı gibi dilbilgisi veya imla kitabı hiç değildir. Ben sadece asıl demek istediğimi, demek istediğim doğrultuda söylemeye çalıştım. Fakat demek istediğimin farklılığı karşısında ister istemez zaman zaman mutlaka anlatım bozuklukları oldu. Hatta başka türlü anlatma imkanı olmadı..
Fakat burada önemli bir konu var ki o da, bazı cümleleri kurarken cümlenin kelime yerlerini yüzlerce kez aynı cümle içinde yer değiştirdim. Yine de hem istediğimi ifade etmekte zorlandım, hem de belki de anlatım bozuklukları oluşturdum. Dolayısıyla hem ifade, hem imla, hem de kural bozulması ister istemez oldu. Ne var ki bunu çoğu zaman bilerek yaptım. Bilerek imla kurallarına aykırı davrandım. Çünkü maksadımı ancak öyle anlatabildim. Dolayısıyla her imla ve anlatım hatası gibi görebileceğiniz yerleri bir hata olarak görmeyiniz. Benim onu öyle kullanma ve o yolla anlatmaya çabaladığım ana ve asıl anlama erişme gayretimi, yani asıl anlatmaya çalıştığımı algılamaya çalışınız lütfen…
Aynı cümleden olarak şunu da eklemeliyim ki maksadımı ortaya koyabilmek için ister istemez dilimizin ana kuralları çerçevesinde henüz kullanılmamış bazı kelimeler türetip kullandım. Kullandım çünkü maksadımı ancak o kelimelerle ve yanlış zannedilebilecek imla uygulamalarıyla anlatmaya çabaladım; yada anlatabildim.
Kitabı bu açıklamalarımı nazara alarak okumanızı ve kitaptaki her türlü hata ve yorum için beni hoş görmenizi bekliyorum. Özellikle bariz (açık) harf ve kelime eksiklik, fazlalık yada hatalarımla imla yanlışlarımı görün ama benim adıma görmezden geliniz… Şimdilik elimden bu geldi…!
Bir önemli konu daha var ki, bu kitaplar serisinde (“Nikâh Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil, Sabır Bozgunu” ve “Kördöğüşü” adlı çalışmalarda) zaman zaman, hatta bazen ağırlıkla dinsel konulara girmiş olsam da kitaplar bir din kitabı da değildirler. Dinsel konular, sosyal hayatımızın vazgeçilmezlerinden oldukları için sosyal hayatımızda karşılaşılan sorunların çözümlerine katkı yapabilmek bakımından irdelendi. Kitaplarda irdelenen hiçbir görüşte dayatma yoktur; görüşler sadece önermelerden ve işin uzmanı bilimsel çevreleri sorunlar karşısında daha yapıcı çözümler üretmeye ve tartışmaya davetten ibarettir.
Ve bu seri kitaplarım sorunu ortaya koymaktan ziyade çözüm önerilerini ortaya koyan çalışmalardır.
Sizlere iyi okumalar mutlu yarınlar dilerken gerçek başarıyı yakalamamız hususunda Allah’ın yardımı hepimizin üzerine olsun diyorum. 
Sn. okuyucularım, seri mahiyetteki kitaplarım olan bu “Nikah Yozgunları, Çürüme, Gurbetteki Vekil, Sabır Bozgunu ve Kördöğüşü” adlı çalışmalarımın ayrı ayrı her birinin içeriğinde de açıkladığım ve sizler tarafından da görüleceği üzere bu çalışmayı çalakalem yaptım.

4- 56 YILDAN BİR BAKIŞ



56 YILDAN BİR BAKIŞ


1954 yılındaki “Ot ile Ekinin arasında”, yani ot biçim mevsimi bitip de, ekin biçim mevsimi başlayacağı sıralarda doğmuşum ben Konya - (Düşmana bozgun veren bozucu+kıran verip ortadan kaldırıcı =Boz!+Kır!) Bozkır İlçesinin, Yelbeyi Köyü’nde. 

Birçok insanda da bulunduğu gibi, büyük bir aşk, tutku  derecesinde severim ben köyümü. Adı bile titretir gönlümü….! Gittiğim zamanlarda, saatlerce dalar seyrederim, bir tek ardıcını yada meşesini…
Çünkü orada karılmış mayam: Ve, orada yatar tüm eba ve ecdadım.!
Benim “Poşulu” lakaplı bir dayım vardır…. O bir zamanlar İzmir’e gelmiş ve çok beğenmiş…  Lakin; “Köyümü terk ettim; vilayetimi terk etmem…” demiş. Ben de; bırakın köyümü,  ilimin dışında yaşamak zorunda kaldım ömrümün çoğunu! İşte o yüzden ben, hiç olmazsa asla terk etmek istemem, bari ülkemi! Çünkü O’nu da aşk derecesinde severim ve  insanımı. 
                                           
İlkokulu kendi köyümün okulunda (Çatak Üniversitesi) okudum. Bitirdiğim yıl,  Köy Enstitüsü kökenli, aynı uygulamaların yoğun ve çok yönlü eğitim alışkanlıklarının o sıralar devam etmekte olduğu  İvriz İlköğretmen Okulu'nun yatılılık sınavlarını kazanarak oraya girdim. 6 yıl süren yoğun bir eğitim öğretim bombardımanından sonra 1972 yılında mezun olarak ilk görev yerim olan Ağrı Tutak Damlakaya Köyü İlkokulu'nda Öğretmenlik görevime başladım. Daha doğrusu hayat okuluma... 1977 ile 1980 yılları arasında Bozkır’ımızın Taşbaşı Köyü'nde 3 yıl görev yaptıysam da sonraki görev yerlerim Öğretmenlikten emekli olana dek İzmir Merkez, Ödemiş ve Torbalı Bölgeleri oldu.
Önceleri, Öğretmenliğin yanında, hem köylümüze örneklik ve yol göstericilik, hem de geçimliğime takviye anlamında halı dokuma, trikotaj makinesi ile örgü yapma, toptan odun, yaş meyve sebze ticareti gibi işlerle meşgul olup bol para kazandysam da aradığım şeyin para olmadığını, bunun beni tatmin etmediğini gördüm. Ve kendimi yenileme ihtiyacı duydum.
Durum bu olunca İzmir-Torbalı Bozköy Köyü İlkokulu'nda Öğretmenlik görevime devam etmekte iken 1985 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girerek 1989'da oradan mezun oldum. 1990 yılında, öğretmenliğin yanında Avukatlığa da başladım. Gece okuluna tayinimi yaptırmak suretiyle, Öğretmenlikten emekli olana dek 7 yıl iki mesleği birlikte yürüttüm.
Hayat yolcuğumda inşallah tüm çalışmalarımı ve özellikle avukatlık işini icra ederken sırayla ve birbirleriyle bağlantılı olacak şekilde beş şeyi hedef edindim kendime…
Bunlar:
-Haklının hak olan, hakkını aramak…
-Bu yoldan Hakk olan, Hakk’ı aramak…!
-Haklıya bir dost kapısı aralamak…!
-Haksızın karşısına bir kale dikmek…!
-Eh, burasını bir dost kapısı edinenlerden bu çarkı döndürecek kadar bir parayı aramak…  Ne var ki bu hususta çok da başarılı olduğumu söyleyemem!

Şimdilerde ise Avukatlık mesleğinin yanında ve esasen yoğun olarak yazım çalışmalarıyla meşgulüm. Nitekim bu çalışmaları şahsen ben; hiçbir ikbal yada maddi çıkar beklemeksizin, asli mesleğim olan Öğretmenlik misyonu ile var olmanın sorumluluğunu yerine getirebilmek, insanımıza olan vefa borcumu ödeyebilmek, yemekte bulunduğum ekmeğin karşılığını bir nebzecik de olsa verebilmek adına birikimlerimi insanımız ve insanlık adına paylaşarak, toplumsal barışa katkıya çalışıyorum.

Gerçi bu yazma işini ta çocukluktan dert etmiştik başımıza. Özellikle İvriz İlköğretmen Okulu’ndaki en önemli uğraşlarınla, geleceğe dönük ukdelerimin en başındaydı.
Orada nice şiirler yazmış, okumuştum. Ve en güzel hep ben okumuştum Arkadaşlarım bilirler; hem şiir yazma, hem de okuma yarışmalarının tek favorisi bendim. Ayrıca öykü ve romanın da hakkından gelirdim. Özellikle; “Yırgar” adlı şiir kitabımdaki şiirler okul arkadaşlarımın hatıra defterlerini süsler, ezberlerini işgal ederdi. Ayrıca dağlarda yaşayan, okul görmemiş, her şeyi yaşayarak öğrenmek zorunda kalmış ama hatalarını bilmiş bir cezaevi kaçağıyla, dağlarda karşılaştıkça yaptığımız sohbetleri romanlaştıran “Kaçak”; yine rahmetli dedem; Ülkemizde ilk kurulanlardan birisi olan, Konya-Bozkır İlçe Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı kurucu üye ve köyler temsilcilerinden, zamanın Yelbeği Köyü Muhtarı, önder ve cesur kişilik; Delimam’ın hayıtından alıntılar yapan “Delimam” adlı roman çalışmalarım öğretmen ve öğrenciler arasında okunurdu. Ve de pek meşhurdu.
Kitap taslakları elime ara sıra gelir, devamı niteliğinde bir şeyler yazdığım anda elimden çıkar, İvriz’li okuyucularımı şöyle bir kolaçan eder, yine bana gelir, bu çalışmalar elden ele dolaşır ve böylece sürer giderdi. O günün şartlarında bu; arkası yarın gibi bir şeydi… 
Her şeyden önce insana ve insanlığa faydalı olmak en temel ilkemdi. Buna inanıyordum. Kitaplar yazmak yoluyla da yürümeyi isterdim bu yolda. Kendimi buna hazır bulurdum hep.  İnançsal anlamda yani. Aynı şekilde bunu benden, beni tanıyan tüm İvrizliler de beklerlerdi.
 Ama kendimizi hayat gailesine kaptırdık. Bu gaile bugüne dek elvermedi buna! 
Yukarıda sözünü ettiğim üç adet, adeta bitmiş durumdaki kitabım zamanın tozlu yollarında kaybolup gitti!
Ve tam 35 yıl beklemek gerekti..! Belki bu bir zaaftı, belki de doğru zaman değildi… Bilemiyorum…

İşte bu anlamada; "Çürüme" adlı ve aynı kapak altında "Nikâh Yozgunları, Çürüme, Sabır Bozgunu, Gurbetteki Vekil" ve "Kördöğüşü"  adlarında 5 ayrı kitaptan müteşekkil, ders kitabı boyutlarında 576 sayfalık basılmış bir kitabım vardır.
Bu kitap  ve içeriğinin tanıtımı;
Konu kitaplardan;
"Nikâh Yozgunları”, http://nikah-yozgunlari.blogspot.com/ ,
“Çürüme”, http://curume.blogspot.com/ ,
“Gurbetteki Vekil", http://gurbettekivekil.kotublog.com/ ,
 “Kördöğüşü”, http://kordogusu.blogspot.com/
“Sabır Bozgunu”, http://sabir-bozgunu.blogspot.com/ Internet blok sayfasında
gözden geçirilmiş yeni birer hali mevcuttur.

Bunların dışında basıma hazır 8 kitabım daha vardır.

Bu kıitap yazım çalışmalarına 2006 başlarında giriştim. Geceli gündüzlü bir çalışmayla onca eksikliğine rağmen, apar topar Mart 2008 sonlarında "şimdilik" kaydıyla el çektim. Fakat zaman zaman üzerlerindeki çalışmalarım devam etti.
 Son güncelememi de yapmış olduğuma göre, burada “56 Yıldan Bir Bakış” demekteki kastım; 56 yıldan geriye doğru baktığımda gördüklerime işarettir. Bunları sizlerle paylaşmak istedim…
Andiğim gibice anılan bu beş kitabı tek kapak altında ve hepsini birlikte takdirlerinize sunmak bana dana faydalı göründü. 
Bu çalışmaları yapmaktaki tek gayem; insanlığa faydalı olmaktır.
Umarım Allah’tan, çabamdan bu fayda oluşur.

Ancak ülkemizdeki okuma alışkanlığının zayıflığı karşısında, son yıllarda köşe yazılarına ağırlık vermeye başladım. Böylece özellikle Torbalıda ki yerel gazetelerde "Halk ve Halk İçin Ögür KÜRSÜ" adındaki köşelerimde köşe yazarlığı yaptım. Bu adı, aynı adın içeriyle uyumlu olacak şekinlde çıkarmayı düşündüğüm bir gazete için düşünmüştüm aslında. Lâkin bu olmadı. Anılan yazılardan bazıları yine aynı şekilde;

Bunlardan ayrık olarak, evvela doğup büyüdüğüm, "suyu sert; insanı mert" ilçe, Bozkır’ımızın güzide sitesi  http://www.bozkir.com/ olmak üzere, muhtelif Internet sitelerinde yazılarım yayınlanmaktadır halen.  Bunlar;
http://www.katibiz.com/ vb. Internet link adresindeki köşelerimdedirler.

Nitekim tüm bunların hepsine  http://kitaplarim-av-mehmet-duran.blogspot.com/ adresini tıklayarak erişebilirsiniz!

Verilen sitelerdeki yazılarım incelemenizi arzu ediyorum ki buradan da anlaşılacağı ve takdir edeceğinizi umduğum üzere;
Bir nebzecik olan o, azıcık genel kültürüm, eğitimci kimliğim, hukuksal birikimim, halen öğrencisi bulunduğum hayat okulumun yanında, gerek diyalektik sol, gerekse idealist vs. sağ düşünce tarzları ile İslâm-i bilgi birikimim nedeniyle:

"Tam ortaya durduk, her yöne baktık, Tuttuk bir de her yönden ortama baktık!"

Biçimindeki sözlerimle ifadeye getirmeye çalıştığım özgün ve hiçbir düşünce ya da ideolojinin esiri olmayan, Yüce Atatürk’ümüzün veciz bir sözüyle ifadeye gelen “Fikri hür, vicdanı hür nesiller…” olabilmek çabasındaki düşünce tarzımla, olay ve olgulara özgün yorumlar getirmeye, sosyal barışa bu yoldan katkı vermeye çabalıyorum kendi çapımca.

Durum bu olunca, demokrat, laik, toplumcu, ilerici, dindar, Atatürkçü, hakşinas vb. vasıfları bilinçlice ve bilgi ile kendi kişiliğinde samimiyetle kaynaştırıp uzlaştırmış bir kişilik olarak görmekteyim kendimi.
Ve ülke sorunlarımızın çözümü anlamında kendisini “sol” düşünce içinde tanımlayan kardeşlerimizin “Kuran’sal İslam” ile buluşup barışmaları, aynı şekilde gerçek dindarların da “sol değerleri” benimsemeleri, ve buradan çıkacak bir sentez ile yola devam edilmesi  gerektiğine inanıyorum!
Aynı çerçeve içinde ve ülkesel sorunlarımızın çözümü anlamında başkaca bir çıkar beklentim olmadan katılımda bulunmak arzusuyla yazıyorum...

Buradaki sözlerim elbet sadece kendi şahsi bakışım ve kendime olan bu yöndeki inancımın yansımasından ibarettir. Gerek burada gerekse sair yazılarımda öne sürdüğüm düşünceler hakkındaki takdir ve değerlendirme sizlerindir elbet...
Saygılarımla....

Son güncelleme: 13.Aralık 2010
Av. Mehmet DURAN

5- DELİMAM DEDEM DİYOR Kİ:

         
            DELİMAM DEDEM DİYOR Kİ:

           Bu kitabın yazım çalışmasına başladım başlayalı benim pozitif toplumsal aykırılığımı bilen anamı aldı bir tasa; bir kaygı bir telaş ki sormayın gitsin.!
           Bana; “Ulan Şaşkın…! Ben seni bilirim, sen şaşkınsın, hem de şaşkının önde gidenisin! “
           “Bu güne dek kimseye benzemeyen hallerin oldu. Zaten ne dediğini,  ne yaptığını anlayan pek olmadı.!”
           “Millet seni dışlayı dışlayı bir haller oldu…!”
           “şaşkın…! Şaşkın! Yazma o kitabı sakın…!”
           “Vallahi bu sefer seni taşlayacaklar…!”
           “Ekmeğini ye; işine bak!”                     
           Anamın durumunu ve söylediklerini duyan Delimam Dede’m;
           Bana, Mekke Şirkçileri’nin yaptıklarıyla Taif’i hatırlattı… Peygamber Efendimizin Taif’te taşlandığını… Adı Müslüman, nicelerinin Kâbe’yi mancınıklarla taşladığını…!
           “Benimle birlikte bu kitabın arkasında olduğunu, her türlü saldırıyı göze almam gerekeceğini, zaten saldırı yaparlarsa, yapacakları saldırının haksız olacağını, bu kitabı yazarken iyi niyetten ve içtenlikten asla taviz vermemem gerektiğini ve de vermememi, Bu güne dek hep hak  bildiğimin ve haklı gördüğümün yanında olduğumu, bundan sonra da aynen devam etmem gerektiğini …” söyledi.
            Ve devamla;           
            “Kızıma selam söyle ve ona; garibim anam; haydi, var git; git işine bak… İçin rahat olsun.
            Yazmaya karar verdik bir kere, hem niyetimiz içten ve samimi… Bir şey olmaz; sen hiç tasalanma…!
            Anlayan anlar, isteyen söver….! Biz bunları ta ecdattan beri biliriz ve alıştık buna. Dileyen gelir bizi taşlar…! de.” dedi. Yine devamla;
             “Senin annen mektep medrese görmedi…! O sadece çevresini gözlemledi; Ve sırf gördüklerinden, duyduklarından okudu hayatı dedi ve O’na de ki;
             Bak benim güzel anam; sen hiç üzülüp telaşlanma! Beni taşlasalar ne olur be anam? Doğru yola canımız feda…
             Hem bu dünyada nice insan, sırf haklı oldukları için giyotinlerde baş verdi, asıldı can verdi…! Zulüm ve işkence gördü… Senin bunlardan haberin var mı; benim akıllı anam..!?
             Bil ki biz şaşkın falan değiliz Hem Arapça’dan okuduğun için pek anlayamadığın, O Yasin Suresi’nde anlatılan ve gerçek şaşkınlarca, daha doğrusu sapkınlarca  taşlanan Allah dostu Neccar’ı unutma!
            Hem biz ne yapmış, ne yapabilmişiz ki…?
            Onlardan hiç birinin ayağının tozu dahi değiliz! Ancak ve inşallah, o yolların fakir bir yolcusuyuz. 
            Dilerim Allah’tan;
            Bizleri de kendi dostlarına yoldaş eder inşallah!”

6- DAYANAK VE TEŞEKKÜRLERİM

           

           DAYANAK VE TEŞEKKÜRLERİM

               
                Bu bölümde hayata tutunmamda, kendime güven kazanmamda, elde ettiğim o naçizane bilgileri elde etmemde, kendime  dayanak edindiğim o değerli insanlara dönük açıklama ve teşekkürlerim yer alacaktır izninizle…

A- Öncelikle

 

A- ÖNCELİKLE

            
             Benim için nice hizmetler görmüş oldukları muhakkak olan, ancak o nice hizmetleri bulunmasa dahi, dünyaya gelmiş olmama vesile bulunan ana babama, bana emeği geçenler cümlesinden olan aileme ve bu anlamdaki insanlara,
             Devamla tüm hocalarım ve hocalarımız (öğretmen, eğitmen, eğitici, aydın, yol ve yordam göstericilerimiz) olmak üzere ve;
Çocuğunun öğretmenini beğenmeyerek “iyi öğretmen” arayanlara, çocuklarına “yarış atı” muamelesi yapanlara da bir göndermede bulunmak adına;
Köyümüzün Çatak Üniversitesi’nde (ilkokul), ilkokul 1. sınıfı önünde okuduğum, öğrencilerinin eğitim öğretim temellerini en sağlam biçimde atan rahmetli Eğitmen’im, 
Sayın Abdurrahman GÖKER’e,

Bir Ortaokul mezunu olarak Köy’ümüzde 2 yıl vekil öğretmen sıfatıyla çalışan, henüz kendisi küçücük bir çocuk olduğu halde, Eğitmen’imizin de yol göstericiliğiyle bu ulvi mesleği başarıyla yürüten, bizleri ilkokul (Çatak Üniversitemiz) 2. ve 3. sınıftayken okutan, kendisinden çok yararlandığım, Konya, Bozkır, Aslantaş Köyü’nden sevgili öğretmen’im
Sayın Mustafa ŞAHİN Hocama;

      Ayrıca, o sıralar henüz atamasını bekleyen, yanda fotoğrafı görülen ve Köy’ümüzdeki öğretmen yokluğu nedeniyle bizleri, “Köyümüz Çatak Üniversitesinin” (ilkokul) 4. sınıfında ücret almadan okutan ve cami imamı önünde okumaktan kaçan, kaçak Mehmet Duran’a dinini de öğretme ve öğrenme kapısını aralayan, dindar ve  yakışıklı öğretmenim,     
Sayın Ali ASLAN Hocama,

          Ondan teslim alarak, beni gereken bilgiyle donatarak, ayrıca sınav müracaat işlemlerini yerine getiren ve getirmek hususunda  küçücük bedenin aşamadığı engelleri aşarak O’na, İvriz İlköğretmen Okulu’nun kapısını açan, açtırtan değerli öğretmenim, gerçek öğretmen, hukukçu (avukat) noter, DSP’nin Konya, Ereğli ilçe teşkilatı kurucusu ;
           Sayın Suat YENİTÜRK Hocama,

            Ve Köy’ümün gelmiş geçmiş tüm öğretmenlerine,
Ayrıca kişiliğimizi oturtan ve bize öncelikle kendine güven duygusunu yerleştiren; İvriz İlköğretemen Okulundaki gerek benim, gerekse gelmiş geçmiş tüm müdürlerimle öğretmenlerime, ve çalışanlarına,

Hak ve adalet duygusuyla olaylara daha da tarafsız bakabilme yetisini bizlere kazandıran, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin bil cümle ve gelmiş geçmiş Dekan ve Öğretim görevlisi hocalarımla çalışanlarına,

Nihayet ülkemin gerçek aydınlarına, tüm hak ve vatanseverlerine, Asıl önemlisi ülkemin tüm öğrenicilerine, en içten teşekkürlerimi sunuyor, ellerinden gıyaben öpüyorum. Hakk’a kavuşanlara da Allah’tan rahmetler diliyorum.

B- Kovulgunluktan Doçentliğe Giden Caner!

           
            B- SELÇUK ÜNİVERSİTESİ, İLETİŞİM FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYELERİNDEN, DOÇ. DR. CANER ARABACI’NIN BANA VE ÇALIŞMALARIMA BAKIŞI:
Kardeşim Caner ben ve kitap çalışmalarım için;

           “BU SESE KULAK VERİLMELİ!..

                                                                                                           
                                                          Caner ARABACI

Aradan otuz sekiz yıl geçmiş.. Yıllar ne kadar da çabuk tükeniyor. Zamanın hızlı akışı mıdır, zamanı bereketli hale getirecek halden yoksunluk mudur; sebep ne olursa olsun gözümde hali pür melâli canlanan Mehmet’i görmeyeli işte bu kadar yıl olmuş..
Eskiler olsa idi, ‘vefasızlığınıza pes doğrusu’, diyebilirlerdi. Atlı, katırlı, yayan ulaşımın olduğu günlerde her halde dostlar, şimdiki hızlı araçlarının olduğu dönemden daha yakındılar..
İlkokulun hemen ardından diyarı gurbete çıkmış, Bozkır’ın Yelbeyi Köyü’nden küçük Mehmet’in gözümde tüten haline döneyim… Kumral, yumuşak saçlı, sevecen minyon yüzlü, pırıl pırıl bakışlı, sevimli bir köy çocuğu…
Riya ve iki yüzlülüğü tanımamış, belki de benimsememiş, benimseme kabiliyeti dahi bulunmayan bir sima… İçinden geldiği gibi, gönlünden koptuğu gibi davranan bir arkadaş canlısı, dost…
Elinde kurşun kalemi, kıyıları kırışık bir defter, gece yazdığı roman bölümlerini bizlere okurdu. Yazıları genelde, insan ilişkileri, köy hayatından kesitler içerirdi. Dinleyenin de okuyanın da zevk aldığı yazılardı. Zaten dinleyen de onun gibi küçük yaşta, küçük bedende köyünden kopmuş çocuklardı… Benzer görgü, benzer kaynaklardan beslenmişlerdi. Belki sınıf arkadaşlığından öte yakınlık duymalarının altında o kültürel kodlar vardı..
Eskilerin Hüsn-ü Hat dedikleri, bizim okuduğumuz dönemlerde, İlköğretmen Okulları için Resim Dersi yanında aynı derecede önem verilen Güzel Yazı Dersi’nde Mehmet ayrıca dikkatimi çekerdi. Romanlar yazmaya teşebbüs eden Mehmet, güzel yazı konusunda o kadar istekli değildi. Belki onda, zorunlu tutulana, daha doğrusu kendisine dayatılana, yani kendisi istemediği halde ondan istenileni vermeye tepki vardı. Kendi istediğini yapmaya meylediyor, bunun ötesine geçen bir durumda ise kayıtsız kalıyordu… Zaten işimiz sadece derslere çalışmak, ilgi alanını derslerle sınırlamak da değildi…
Bir rüzgâr geldi; bizleri savurup dağıttı. 1970’de, lise birinci sınıftayken ayrıldık birbirimizden!... 68 Kuşağının etkin olduğu, 12 Mart hazırlığının gerekçesi bir süreç devam ediyordu…
Toros’lu türküler söyleyen, Anadolu yaylalarının temiz esintilerini yüreğinde taşıyan çocuklar; kaynağını karanlık akımlardan alan kavgaların tarafı, savaşçısı olup çıkmışlardı.
Yalnız Mehmet bu konuda yerli, makul kalmayı başarabilmişti. “Uç” olmamıştı.
Savrulmanın anaforunda olarak, bir grup arkadaşla İvriz’den koparılmıştık. Kopuş o kopuş… Neredeyse yarım asra yakın diyebileceğimiz bir süre sonra Mehmet’in telefonu çaldı. Öğretmenlik yapmış, bu arada hukuk okumuş, avukatlık bürosu açmıştı.. Ama yüz yüze görüşemedik. Sonra tekrar konuştuk. Bu defa telefondaki ses, kitabını müjdeliyordu. Zihnim, çocukluk dönemini gözlerimin önüne çoktan getirmişti bile.
Mehmet, ta küçükken yazıyordu. Yazmaya kabiliyeti vardı. Acaba neler yazmış olmalı.. Fakat bu defa ki yazıları, otuz sekiz yıl öncesininkiler gibi değildi. O zaman roman muhtevası içinde toplumu anlamaya, anlatmaya çalışan Mehmet, artık sosyal, ahlâkî yapıdaki çözülmeleri eleştiren, onların nedenlerini anlayıp çözümler üreten, özgün bir söylemle karşımıza çıkıyordu. Ses neredeyse çocukluğundakiyle aynı idi. Yüreğin duyuş safiyeti değişmemişti. Çalışma hayatı, geçirilen badireler, içteki güzellikleri pörsütüp öldürememiş, tam tersine, ülkemezde oluşan, oluşturulan kirlenmeye, çürümeye ve yürütülen kördöğüşüne ye karşı savaş açan dinamizmini ayağa kaldırmıştı.
Karşımızda, artık Yelbeyi’li çocuk değil, aydın, sorumluluğunu idrak etmiş, sıra dışı bir yazar vardı. Hem de aradığımız, bulamadığımız, hasretini duyduğumuz anlayış ve solukta.
Güdümsüz, kendi adına, toplumu adına, değerleri adına düşünen ve kalemi eline alan bir yazar.
Hoş geldin Mehmet!..  Allah yüreğine de kalemine de güç versin. Özlediğimiz o kalem ve o yürekti.. Sesin, soluğun tez elden alınır, anlaşılır olsun.. Yüreğinle, kaleminle, bahtın açık olsun…
Çürüme ve Kördöğüşü, onun parçası olanlar, yani çürütenlerle kördöğüşünü yapanlar tarafından teşhisi konulabilecek bir olgu değildi. Aynı şekilde onlar tarafından da ortadan kaldırılamazdı. Hastalığa sağlık, yayla safiyetindeki esintiden gelmeliydi.
Söz uzadı… Ama şunu da belirtmek gerek:
Mehmet Duran’ın yazısı bir yüreğin sesi.
Bozulmamışı, hilkati, yahşiyi arayan; Yelbeyi’nin ardıcı kadar saf, tabii, Anadolu Bozkırı’nın sesi.
Onun için, o yüreğe kulak verilmeli, dayanmalı. Ten teması kadar hassas ve titreşimli bir gönül bağı kurulmalı.”
Demişsin…
Kitap çalışmalarımda, seni kendime dayanak edindiğim bölümler hakkında ve bunların teyidi anlamında ise;                                                                                                 
  “Saygıdeğer Kardeşim,
Adamı bir anda ak saçlı iken alıp, on numara tıraşlı kara saçlı günlerine götürüyorsun. Üstelik, mazinin karanlıkları arasında bazı hatıraların kaybolup gitmesine izin vermeden; insanî erdemleri unutup elinin tersi ile itmeden… İnsan olmanın erdemlerle mümkün olduğunu bize hatırlata hatırlata…! Ne diyeyim… Allah kalemine, yüreğine güç versin.
Yayılan dalgaların ilk taşı olmak ne kadar güzel bir şey. Gazeteler, televizyonlar, internet siteleri tersini bile yapsalar, ve de ne yaparlarsa yapsalar, doğru bir tek taş olmak, yine de en  iyisidir….
İnternetten gönderdiğin son kısmı da bugün alıp okudum. Bazı ufak-tefek işaretler ile işaret koymadan düzeltmeler içeren kısmı olduğu gibi geri gönderiyorum.   Yazı dilinde, konuşma üslubuna ulaştırıcı noktalamalar kullanılabilir her halde. Ama bunlarda vurgu yeri olarak ünlemler, soru işaretleri noktalardan önce mi yoksa sonra mı gelmeli? Herhalde çok önemli değildir. Ama yine de noktalar işaretlerden önce gelmeli değil mi…?
(gitsin…(!?) , budur…!!!,  ne demeli…!!!???) yerine (gitsin!?.., budur!!!.., ne demeli!!!???..) daha uygun olabilir mi? Veya bunların tek işaretlisi.. Bir de unvan yerine daha genel bir kavram olarak (Öğretim Üyesi) kullanılabilir mi?
Mehmet’çiğim, görüyorsun ki özde söyleyecek bir şey bulamayınca kabukla uğraşıyorum. Muhabbet ve hasretle kucaklarım. Caner.” 
                                                      Diye yazmışsın…

Ana gıdasını İvriz’den alan, benim yürekli, mert ve delikanlı arkadaşım, sevgili kardeşim Caner.
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi olan, ancak ünvanını kullanmayı zül bilen Caner.

Sayın Doç. Dr. Caner ARABACI;
            Yukarıdaki ilk yazın, duygu deryasında saatlerce ağlattı beni…!
            Sen dürüsttün, yiğittin, delikanlıydın… En küçük bir yamuğu ya da yanlışı ne yapar ne de yaptırırdın. Ne de elinden geldiğince prim verirdin. Ve adın bana, hep bunları hatırlatır.!
            Bizler 4. sınıftayken (lise 1. sınıf) sınıf arkadaşlarımız içinde çeteleşen 8-10 kişilik bir gurup vardı hani…?
Dayı kesilmişlerdi başımıza…
Ve musallat olmuşlardı dünyalar güzeli bayan hocamıza…
Hoca’mız iyi niyetli ve temizdi… Onlar ise bunu suiistimal ediyor, güya “Ödev gösteririz.” diye masasının çevresinden O’nu ablukaya alıyor, Biri de başını masanın altına sokup röntgencilik yapıyordu hani…?
İkimizde ön sıralarda oturuyorduk da, sen bir sabrediyor, iki sabrediyor, dayanamıyordun hatırladın mı…?
Bir defasında dayanamayıp, nasıl vurmuştun röntgencinin kıçına tekmeyi…!
Masanın ta altına dek nasıl da sokmuştun Kerata’yı(!)
Hoca çıkıp gitmiş; çete elemanları sarmıştı seni,
Bir güzel döveceklerdi yani...!
Ama sen ne kadar da dik durmuştun karşılarında!
Yine de sen bir kişiydin ve döveceklerdi seni…
Ama derhal arkana ben çıkıp dikilmiştim! Sonra da diğer dostlarımız…
Çete, saldırısını gerçekleştirememişti. İş bu gerçekleştirememeyle kalmayıp o gün o çete dağılmıştı….
Ve bizler dimdik ayaktaydık…!
Ama bir gün, kendisini bu ülkenin aydını sanan bir hoca,
“Her türlü fırsat elindeyken, Sovyetler Birliği’ni de kandırıp, bu ülkede komünist devleti kurmadı. Burjuva cumhuriyeti kurdu.” diye Atatürk’ü suçlayan, Atatürk düşmanı bir adamın, ülke dindarları için, “Atatürk düşmanıdırlar!” demesine de dayanamamıştın!
Ayağa kalkıp O’na; “Oralarda ve bu sınıfta, senden başka Atatürk düşmanı yok!” demiştin!
Adamın gücü, sille tokat ancak dövmeye, yatılılık ve İlköğretmen Okulları’nda okuma hakkını elinden aldırmaya ve aynı gün seni okuldan uzaklaştırmaya yetmişti..!
Dershanemizden dövüle dövüle götürülüşün seni son görüşüm olmuştu… Korkuyla bakakalmış, sana destek verememiştim… Özür dilerim be Caner… Seni bari olsun, uğurlayamamıştım bile.!
Sana destek vermek isterdim… Lakin hepimizin hali malumdu. Fakir fukara evladıydık, okuldan atılırsak hayatımız kayardı… Nitekim benimki kesinlikle kayardı! Belki bunun hepsi hayatın bir cilvesiydi… Kim bilir…
Hayatım boyunca, senin ne durumda olduğunu hep merak ettim…
Selçuk Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olduğunu duyunca koltuklarım kabardı, mutlu oldum ve izini bulmuştum. Seni derhal aradım.
Evet…:
Kuran’ın belirttiği, senin de hatırlattığın gibi; “Onlar yapadursunlar planlarını; elbet bir de Allah’ın planı vardı…!”
Ülke sorunlarını konuşuyorduk da bana; “Yaz bunları…” diyordun. Başladım yazmaya Caner…
Elimden geldiğince, dilimin döndüğünce…
Farklı kulvarlarda da olsanız sen İsmail Yıldırım’ı en az benim kadar iyi tanırsın… O’nun hakkında yazdıklarımı senin için de aynen tekrarlıyorum…
Ve ayrıca belirteceğim bir husus daha var ki;
Yukarıdaki yazılarında ”İşin kabuk kısmıyla falan ilgilendiğini ve vs. şeyler” yazmışsın…
Bak Caner; benim canımı sıkma…!
Sen kabukla, mabukla uğraşacak adam değilsin!
Atmasyonu bırak sadede ve işin hakikatine gel.!
Bak, sana bu konudan hemen sonra Kadir Baran faslı içinde bir “kabuk pörtletme” meselesi anlatacağım ki, sen yanımızda olmayınca ve senin yokluğunda bizlerin kabukla nasıl uğraştığımızı, asıl kabukla uğraşanların bizler olduğumuzu, bunu hala da pek terk edemediğimizi öğren. “Öğren.” diyorum, çünkü seninle daha çok işimiz var. O kabukları kırıp işin daha daha özüne çok gireceğiz inşallah…!
Şimdilik bu fasıldaki sözlerimi burada bitiriyorum ve yine; “Bize varlığın yeter Caner…! Sen hep aynı kaldın; hiç değişmedin, sadece geliştin…! Bizlere çok lazımsın; daha da geliş, ve gelişeceksin be Caner…!”
Seni yılların özlemiyle kucaklıyor; gözlerinden gıyaben öpüyorum… Varlığın ve dostluğun için önce Rabb’ime, sonra sana teşekkür ediyorum; Lütfen kabul et Caner!” diyorum.

C- Fasulyeyi Kadir "Pörtletti"!


C- FASULYEYİ BİRLİKTE “PÖRTLETTİĞİMİZ”   
           KADİR BARAN’IN GÖRÜŞLERİ:

Değerli dostum,
Türkiye’de ki birçok çürümeye parmak basman önemli. Biliyoruz ki bu konular sadece yazdıklarınla sınırlı değil. O nedenle eminim ki yazdıklarının devamı da gelecektir.
Biliyorsun ki, bir odada havasız kalmış bir kişi havanın kirlendiğini bilemez. Dışardan, yani havası temiz bir yerden gelen birisi havanın kirlendiğini derhal bilir.
Senin de aynı misal birçoklarının kanıksadığı, ama aslında öyle olmaması gerektiğinin farkına varmasını sağlayacağından eminim.
Kavram karmaşası nedeniyle gerçeklerin örtülmesi, buna bağlı olarak da insanın kendisine yabancılaşıp, senin deyiminle “mencerleşerek” çürümesinin gündeme gelmesi noktasında ileriki zamanlarda da yazacağını umuyorum.
Rahmetli İnönü’nün dediği gibi “Bir ülkede namuslular namussuzlar kadar cesur olmalıdır.” Çalışmaların için tebrik eder ve devamını dilerim.
İvriz İlköğretmen Okulu
1972 yılı
 6-C sınıfından arkadaşlrından:
Kadir BARAN.


FASULYEYİ NASIL “PÖRTLETTİK”?

Ya Hu Kadir; bizim arkadaşların hepsi senin gibi saklanıyor…!
Lafa bak; “6-C  sınıfından” arkadaşımmış…!
Sen benim asıl 1-C sınıfından arkadaşım değil misin!
            O altı koca yılı, dolu dolu ve iç içe  ortaklaşmadık mı ?
            Hem sen İlköğretim Müfettişi olduğunu niye saklıyorsun…!
            Lakin Nasrettin Hoca dediğine, “Sen de haklısın!”…
            Sanırım hatırında sadece, 6. sınıftayken uygulama stajındaki kabuğunu pörtlettiğimiz fasulyeler kalmış olmalı çünkü…! Ama  o günler daha dün gibi benim de hatırımda…!
            Biliyorsun o yıllarda düdüklü tencere falan yoktu. Varsa da bizlerde yoktu. Hani kuru fasulyeyi bir türlü iyi pişiremiyorduk. Ne yapsak da sert kalıyordu ama yine de idare ediyorduk!
            Hani bizim Ürgüp’lü Hüseyin İltaş, staj grubumuzun tabldot şefiydi… Oturduğumuz evin “günlük işler nöbetine” kalan arkadaşa pişirilip taşırılacakların listesiyle tarifesini hep O verirdi…! O gün nöbet sırası senindi… Talimatını ve tarifeni aldın, kuru fasulye ve pilav pişirecektin…
İltaş Sana;
“Önce fasulyeleri bir güzel pörtleteceksin.” demişti de, sen de tamam demiştin…!
Akşam geldik, baktık; kuru fasulyeyi en güzel sen pişirmiştin… Çok beğenmiştik; sen de övünmüştün…!
Bunun üstüne bir güzel cümbüş tıngırdatmıştın(?)
Ama biz bir de baktık ki tüm fasulyeler yarım!
Dikkat ettik ki ne görelim? Tenceredeki tüm fasulyelerin kabuklarını soymuştun!




Uygulama Stajında Fasulye Pörtlettiğimiz Ev,
Öğrencilerimiz ve Kendi Okulumuza Dönüş Zamanı:



“Ulan Kadir, “Bu ne? dedik de;
“Ben onların kabuklarını pörtlettim.” demiştin!
Gülüşmekten kırılmıştık!
Fasulye pörtletmeyi ne de güzel bilmiştin…(!)
 İltaş”ın “Pörtleteceksin.” lafı, “Kaynatıp haşlayacaksın.” demekti! Halbuki asıl pörtletme, sebze türü şeylerin közlenmesidir. İltaş yanlış kelime kullanmış, sen ise pörtletmek yerine işin en doğrusunu yapmıştın! Bizi de kabukla uğraşmaktan kurtarmıştın!
O gün bu gündür önümüze gelen her şeyin kabuğunu senin usul pörtletmeye ve direkt hedefe yürümeye, merhum Cumhurbaşkanımız Sayın İsmet İnönü’nün zikrettiğin meşhur sözünde olduğu  gibi, en az namussuzlar kadar ses çıkarabilme gayretine  başlamıştık…! Seni bilmem ama ben senden öğrendiğim bu “kabuk pörtletme” işine aynı yol, yöntem ve amaçlarla daha da geliştirerek hala devam ediyorum!
Caner bana “kabukla uğraştığını” yazmış…
Ben de O’na; “Caner atma! Sen kabukla mabukla uğraşacak adam değilsin. Zaten sen yanımızdan gidince ve sensizliğimizde, Kadir Baran’la biz, bu kabuk işleriyle uğraştık. Sen yanımızda olmuş olsaydın uğraşmaz, doğrudan doğruya senden öğrenir, direkt hedefe giderdik.” diye cevap yazdım.
Ve inşallah hiçbir zaman, işin kabuğuyla mabuğuyla uğraşmadık ve de uğraşmayacağız…! İşin özüne “dalma çekeceğiz…!”
Unutma; insanımıza inşallah elimizden gelen her katkıyı yapacağız.!
Canım arkadaşım Kadir;
Her halin için teşekkür ediyor, yılların özlemiyle gıyaben kucaklıyorum seni de…! Ve dünya gurbetinden, gerçek başarıyı yakalamış olarak aslına dönenlerden olmanı, olmanızı ve olmamızı diliyorum Allah’tan!